Hafta sonu Eskişehir’de düzenlediğimiz eğitim seminerinde yerelden gazeteci dostlarla buluştuk. Komşu illerden de gelen katılımcılarla keyifli, o ölçüde de yararlı bir toplantıydı. Prof. Dr Yılmaz Büyükerşen’in sihirli dokunuşlarıyla insanın içini ısıtan, modern, şirin bir kente dönüşmüş Eskişehir. Ülkede şehircilik adına sevinç duyacağınız, bunalımlarınızı, sıkıntılarınızı arkada bırakıp soluk alacağınız, özenilen bir yurt köşesi. İki gün boyunca yerel gazetecilerle söyleştik. Elbette söz dönüp dolaşıp cezaevlerindeki meslektaşlarımıza, basın üzerindeki baskılara geliyordu. OHAL sonucu daha da yoğunlaşan korku ikliminden çıkmanın bir yolu var mıydı? Elimden geldiğince yanıtlamaya çalıştım. Sorunların kaynağını bir başına günümüz iktidarlarında aramanın yanlış olacağını söyledim. Bana göre sorun tek parti döneminden başlayarak siyasetçilerin demokrasiyi içlerine sindirememiş olmalarındaydı.
Devletçiliğin ağır bastığı sistemlerde ne bireyin temel hak ve özgürlükleri, ne düşünceyi ifade özgürlüğü, ne de basın özgürlüğü olabilirdi. Bugüne dek Türkiye’de hiçbir iktidar döneminde, bütün kurum ve kuralları ile işleyen bir demokrasi için en küçük bir çaba harcanmadığını da söyledim. Yakın tarihi nesnel kitaplardan belgelerden öğrenmeleri gerektiğini, yakın tarihi doğruları ile öğrenemeyen gençlerin geleceği anlamaları da zordur diyerek de sonladım sözlerimi. Bilemiyorum kaçı bana hak verdi. Ama en azından dinlemeyi, tartışma adabına uymayı bildiler ki bencileyin bunlar bile çok önemli. Gençlerle konuşmanın bir yararı da sizi gençlik dönemlerinize doğru bir yolculuğa çıkarmaları.Unutuşa ittiğiniz kimi anıları yeniden belleğinizde canlandırmaları. Düşündüm de ne denli travmalar içinde yaşanmış bir hayattı bizimki. Ölümler, zulümler, yıkımlar,yokluklar, yoksulluklar içinde geçen bir yaşam serüveni.Tuzu kuru kentsoylular kötü gidişi kesin bir yargıyla halkın cahilliğine bağlarlar.
Düşünmezler ki halkların cehaleti kendi eserleridir.Okumayan, öğrenmeyen bireylerin oluşturduğu toplumlarda doğal olarak emek bir değer değildir. Birliktelik,dayanışma akıllarının ucundan bile geçmez. Ağaları, patronları, din bezirganları ne derse doğru odur. Köy enstitüleri kimlerin çıkarları için kapatıldı? 12 Eylül cuntasına din eğitimine ağırlık verilmesi telkinlerinin ardında hangi iç ve dış patronlar etkili olmuştu. Bunlar ve daha nice sorular araştırılmayı bekliyor. Şairler, yazarlar ürettikleri yapıtlarla dönemlerinden not düşerler tarihe. Bazen bir şiirle, bir öykü ya da romanla uzman tarih araştırmacılarından daha gerçek biçimde geçmişi, geçmişte yaşananları koyuverirler önünüze. Cemal Süreya da bu sanatçılardan biridir. Özel bir şairdir. İnsana odaklıdır. Sevgiye ve aşka da elbet. Yazıyı Cemal Süreya’nın bir şiiri ile bağlayalım. Bakın onun dizelerinde yakın tarihimizin tirajı komik sahneleri nasıl günümüze aktarılıyor:
Afyon Garındaki
Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sutyeni.
Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sutyeni.
Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sutyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım, gerçekten çocukluk günlerimizde mi?..
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sutyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım, gerçekten çocukluk günlerimizde mi?..
Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.