Siyaset gündemini, siyasi partilerinin yararı doğrultusunda ustalıkla değiştirebilen bir iktidarımız var. Bu başarıda(!) kuşkusuz kendilerini “muhalefet” diye tanımlayan siyasal partilerin, haberciliği magazine dönüştüren medyanın, edilgin kılınmış, suskun, mütevekkil halkımızın da payı çok. “Halkın haber alma kanalları tıkalı” deyip duruyoruz. İyi de yurttaşlar haber almaya, ülkede yaşanan olayları öğrenmeye istekli mi? Bu soru bence ciddi bir araştırma, inceleme konusudur. Zaten habere ulaşmak da öyle kolay değil bu ülkede. Bir meslektaşın dediği gibi olay yerine henüz cankurtaran ulaşamadan “yasaklama” devreye girmiş oluyor.
Geçtiğimiz hafta 12 Mart muhtırasının yıl dönümüydü. Kanımca bugünlere yol veren, ardından gelen faşist cuntayı doğuran önemli bir askeri darbeydi 12 Mart. Dikkatimi çeken bu önemli yıl dönümünün medyada, akademik çevrelerde, sivil toplum inisiyatiflerinde yeterince tartışıl(a)maması. Selimiye Kışlası’nda bir yıl boyunca sıkıyönetim mahkemelerinde duruşmaları TRT Haber Merkezi adına izlemiştim. Ülkenin en değerli, saygın gazetecilerini, yazarlarını, çizerlerini düşün insanlarını saçma, komik suçlamalarla yargılayıp cezaevlerine koydular. Ziverbey Köşkü denilen işkencehanede faşistlere özgü yöntemlerle işkence uyguladılar, türlü zulümler yaptılar. Sistemin illegal ettiği birikimli, zeki gençleri yargısız infazlarda yok ettiler. Deniz Gezmiş’i, Yusuf Aslan’ı, Hüseyin İnan’ı idam ederek akılları sıra Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın intikamını aldılar. Bir yanlışın yerine yeni bir yanlış eklediler. Onulmaz acıları katmerleştirdiler, toplumda iyileştirilmesi olanaksız yaralar açtılar.
Son günlerde yakın tarihimize dönük bir kitabı okuyorum. Bir dönemin usta gazeteci ve yazarlarından Ali Gevgilili’nin “Yükseliş ve Düşüş” adını taşıyan çalışması bu. İlk basımı Altın Kitaplardan 1981’de çıkmış. Elimdeki Bağlam Yayınevinden 1987’de okurla buluşan gözden geçirilmiş ikinci baskı. Belleğimi tazelememe yardımcı oluyor. İçimde 12 Mart 1971 muhtırasına ait hüzünle, buruklukla, acıyla biriken ne çok anı ne çok silinmeyen görüntü var. Bunları nasıl taşıyabildiğime şaşıyorum. Üstelik günümüzde güneydoğuda masum insanlara, bebeklere, çocuklara reva görülen zulmü de gördükçe, tanıklıklara kulak verdikçe, insan değerini her gün biraz daha yitiren bir topluma nasıl dönüşebildiğimizi düşündükçe yaşama bakışım da kararıyor. Teröre verdiğimiz canlar yüreğimi dağlıyor. “AKP’ye oy verin istikrar gelsin” diyenlere sormak gerek. Ölümle kol kola yaşamak, yaşatmak mı istikrar? Umutsuzluk değil, benimki çaresizlikten oluşan öfke.
Okuyun Gevgilili’nin bu hacimli kitabını... Türkiye’de neden sol siyasetin yeşermediğini, demokrasi trenine neden hep geç kaldığımızın da ipuçlarını bulacaksınız. Yakın tarihimizi ekran uydurukçularından, iktidar dalkavuklarından değil olaylara nesnel yaklaşan bir yazardan, olayların içinde yaşamış bir gazeteciden okuma şansınız olacak.
Yazımın şiirini Yunan şiirinin önde gelen bir şairinden seçtim; Yanis Ritsos. Türkiye gibi yakın tarihi acıyla yoğrulmuş bir ulus Yunanistan da. Ritsos’un dizelerini Şair Çevirmen Cevat Çapan’ın çevirisinden birlikte okuyalım.
Bekliyoruz
Yavaş yavaş gece iniyor mahalleye. Uyuyamıyoruz.
Şafağı bekliyoruz. Bekliyoruz ki güneş
bir çekiç gibi çarpsın saç duvarlara,
çarpsın alınlarımıza, yüreklerimize,
bir ses olsun, o ses duyulsun,- başka bir ses,
çünkü sessizlik silah sesleriyle dolu, başka yerlerden gelen