Türkiye’nin toplumsal yaşamında devlet kaynaklı ayıplar, utançlar pek fazladır. Osmanlı’dan günümüze devlet erkinin kendi edimlerinden sorumluluk alma, halklar üzerinde yarattığı toplumsal travmalarla yüzleş(ebil)me gibi bir kültürü asla olmamıştır. Bu nedenle geriye dönüp baktığımızda tarihimizin karanlık dehlizlerinden kimi araştırmacıların gün ışığına çıkarabildikleri belgeler doğrultusunda gerçekleri öğrenmeye çabalıyoruz. Kürt, Ermeni meseleleri, Dersim olayları, askeri darbeler dönemi, 6-7 Eylül olayları, yargısız infazlar, hâlâ aydınlanamayan faili meçhuller ve kayıp yurttaşlar… Şimdilerde darbe yönetimlerine söven o dönemdeki insanlık dışı işkence ve zulümleri eleştiren politikacıları, iktidar sahiplerini gördükçe şaşmamak elde değil. Hem 2015 yılında bile ülkenin 12 Eylül yasaları ve uygulamaları ile yönetilmesine ses çıkarmayacaksınız hem de yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini daha da kısıtlayan, ağırlaştıran güvenlik yasa paketlerine olur vereceksiniz. Nasıl bir demokrasi anlayışı bu? Düşünceyi ifade özgürlüğünün bulunmadığı, kamuoyunun gerçekleri öğrenme bilgilenme hakkının kalmadığı, yargı bağımsızlığının yok edildiği, hak ihlallerinin üstünün örtüldüğü bir düzende yazıp çizmekle, konuşmakla sesimizi nereye ve kimlere ulaştırıyoruz bilemiyorum. Umut var oldukça. Emekçilerin, demokrat aydınların mücadelesi de geleceğe olan inançları da sürecek diye düşünüyorum.  
Sirkeci’den Cağaloğlu’na çıkarken sol tarafta Halil Lütfü Dördüncü İş Hanını görürsünüz. Devlet güdümlü insanlık ayıplarından biri bu binada kurulu Tan gazetesine karşı işlenmiştir. Basınımızın önemli gazetelerinden biriydi Tan. Halil Lütfü Dördüncü, Zekeriya Sertel ve Ahmet Emin Yalman’ın ortaklığı ile kurulan Tan’ı Zekeriya Sertel yönetir o yıllarda. Başyazarı da Sabiha Sertel’dir. Bilgili, donanımlı bir sosyalisttir Sabiha Sertel. Yazıları tek parti döneminin hoşuna gitmez. Günümüzde de varlıkları eksilmeyen iktidar yanaşması bazı gazeteciler Sabiha Sertel’i çirkin manşetlerle ülke hassasiyetine ihbar edenler. Üniversitenin milliyetçi gençliği hassasiyetini gösterir. Solculara, komünistlere bir ders vermek amacıyla 4 Aralık 1945’de Tan matbaasına saldırır ve matbaayı talan ederler. Basın tarihimizin bu utançlı sayfası yıllardır gençlerden adeta saklandı. Gazetecilik okullarında bu olaydan söz edilmedi. Şimdi Tan Binası bir iş hanı olarak yenilendi. Alt katı Tan gazetesi etkinliklerine açıldı. Tan olayı ve basın sorunlarının tartışıldığı bir mekana dönüştürüldü. Şimdi bu mekan Tan gazetesini anlatan bir sergi eşliğinde basınımızın ustalarını ağırlıyor etkinliklerinde. Başka demokratik etkinliklerin merkezi olmayı sürdürüyor. Sabiha Sertel, cesareti, usta kalemi ve duruşuyla çok değer verdiğim bir yazardır. Onun Belge Yayınları’ndan yayınlanan Roman Gibi basın tarihimize de ışık tutan önemli bir anlatı kitabıdır. Sabiha Sertel’in yakın dostlarından biridir Nâzım Hikmet. Nazım Hikmet’in gazeteciliğin mutfağına adım atışı da Sabiha Sertel’in Resimli Ay mecmuasındadır. Bu yazıyla Sabiha Sertel’i ve Nâzım Hikmet’i yad etmek ruhumu tazeledi. Nâzım ustanın gazetecilik günlerine değin bir şiirle sonlayayım yazıyı. “Yarıda Kalan Bir Bahar Yazısı”

    Vurdu gergin kalın parmaklar
    yazı makinamın dişlerine.
    Kağıtta her harfi majüskülle dizilmiş
                                                              üç kelime var:
    BAHAR
             BAHAR
                                             BAHAR…
    Ve ben şair musahhih,
    ve ben her gün
     iki liraya
                2.000 kötü satır okumaya
                    mecbur olan adam,
    ve ben
           neden
                   bahar geldi de hala
                muşambası kopuk
                        kara bir koltuk
                                                                              gibi oturmaktayım?
    Kasketini kendi kendine giydi kafam,
            fırladım matbaadan
                        sokaktayım.
    Yüzümde mürettiphanenin
                Kurşunlu kiri,
    cebimde 75 kuruşum var.
                                                     HAVADA BAHAR

    Berberlerde pudralanıyor,
               Babıâli paryasının
                                                         sarı
                yanakları.   
    Ve güneşli aynalar gibi yanıyor
            kitapçı camekânlarında                                 üç renkli kitap kapakları.
     Fakat benim
    bu caddede yaşıyan,
    kapısında ismimi taşıyan
    bir formalık “ALFABE” m bile yok!
    Adam sen de ne çıkar!
    Başım dönmüyor geri,
    yüzümde mürettiphanenin
               kurşunlu kiri
    cebimde 75 kuruşum var
            HAVADA BAHAR…