10 Aralık İnsan Hakları gününde açıklanan Hükümet Programı…
Günü gününe denk mi düştü acaba? Çünkü Programda “demokratikleşme” yeniden başlık yapılmış. Bir türlü demokratikleşemediğimizin kanıtı mıdır?
Hükümet tüm vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerden uluslararası standartlarda yararlanmasını öngörüyor. Bu alandaki – demek ki temel hak ve hürriyetler alanında- uluslararası sözleşmelerin iç hukukumuzun parçası haline getirilmeye devam edilecekmiş…
Devam etmekte bir sakınca yok kuşkusuz… Lakin sorunumuz uluslar arası sözleşmeler imzalayıp iç hukukumuzun bir parçası haline getirmek değil, aksine uygulamak. Ulusalüstü sözleşmeler uygulanmak için imzalanır ve onaylanarak iç hukukumuzun bir parçası haline getirilir. Sorduğumuz soru şudur; ne zaman uygulamayı düşünüyorsunuz? Çünkü ulusalüstü sözleşmeler uygulanmak için imzalanır. Yoksa siz ulusal üstü sözleşmeleri imzalayıp depolamayı demokratikleşme mi sanıyorsunuz?
Temel hak ve hürriyetler alanındaki onaylanmış uluslararası sözleşmeler gözden geçirilecekmiş…Neden böyle bir işe gerek duyuyorsunuz? Basında yer alan haberlere göre “özgürlükçü demokratik düzen mantığıyla bağdaşmayan şerhler” kaldırılacak(mış).Büyük bir olasılıkla “şerhler” sizler tarafından konulduğuna göre, daha başında neden şerh koydunuz ve şimdi neden kaldırıyorsunuz? Sizler artık çok demokrat oldunuz…Bizim haberimiz yok! Yoksa artık “özgürlükçü demokratik düzen” mantığınız oluştu da biz mi bilmiyoruz?
Acaba bu yüzden mi TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumunun etkinleştirilmesinin sağlanacağını Programa almışsınız? Demek ki eskiden etkin değildi! Etkindi de mevzuatın uygulanmasında eksiklik mi vardı yoksa? Temel hak ve hürriyetleri koruma mekanizmaları doğrultusunda mevzuat ve uygulamada “uyum düzeyi yükseltilecektir” vaadinde bulunuyorsunuz?
Demokratikleşme konusunda yaptıklarınız ve yapmadıklarınız, ileride demokratikleşme hakkında bir adım atmayacağınızın teminatıdır. Ama ister gibi görüneceğinizden kimsenin kuşkusu yok ve hatta liberallerin desteğini bile alırsınız.
Adalet konusundaki yaklaşımlarınız…
İstinaf mahkemeleri faaliyete geçecekmiş. Artık Yargıtay ve Danıştay sadece hukuki denetim yapacak, istinaf mahkemeleri ise hukuki denetimle birlikte vakıa incelemesi de yapacak.
Çok önceden kanunla kurulan ama çalışmaya geçemeyen İstinaf gibi mahkemeler yargının çökmüş temelleri üzerine kurulduğundan, çıkacak tartışmalar yargıyı kilitleyecektir.
Denilmiş ki; “İkinci derecede yargılama yapacak ve vatandaşlarımızın hukuki güvencesini artıracak bölge adliye ve idare mahkemelerinin 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete geçirileceği 07 Kasım 2015 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Söz konusu tarihe kadar istinaf mahkemeleri faaliyete geçirilerek yüksek mahkemelerin iş yükü azaltılacak ve bu mahkemeler asli fonksiyonu olan içtihat mahkemeleri haline getirilecektir. Adli istatistiklerden yararlanarak mahkeme ve dava türlerine göre ülke genelinde ideal yargılama süreleri belirlenecek, mahkeme ve savcılıkların bu sürelere uymasını sağlayacak tedbirler alınacaktır.”
Böyle bir yaklaşımdan sadece endişe edilir. Yaptıkları, yapmayacaklarının göstergesi olan bir ülkede ideal yargılama süreleri nedir ve bu süreleri kim, nasıl belirleyecektir? Yargının sistemini yürütmeye bağımlılık üzerine kurmuş olanların “ideal süreden” kastı nedir?
Süreler “ideal” olacak ve mahkemelerle, savcılıkların bu sürelere uymasını sağlayacak tedbirler alınacak(mış). Bu tedbirlerden kastınız nedir? Sürelere uymayan mahkemeye ve savcılığa nasıl bir tedbir uygulamayı düşünürsünüz?
Bu arada devlet sırrı hakkında kanun çıkarılacakmış. Yıllardır hazırlanan bir sürü tasarı vardı zaten. Programa göre “Devlet sırrının tanımlanması, devlet sırrı ile diğer gizli bilgi ve belgelerin açıklanma ve gizli bırakılma şartları ile sürelerinin belirlenmesi, bilgi ve belgeleri devlet sırrı veya gizli olarak nitelendirmeye yetkili makam ve mercilerin belirlenmesi amacıyla Devlet Sırrı Kanunu çıkarılacaktır.”
Demek ki Türkiye’de “bilgi ve belgeleri devlet sırrı veya gizli olarak nitelendirmeye yetkili makam ve mercilerin” hangileri olduğu ve devlet sırrının ne olduğu hakkında kanun yok… Bazı kanunlarda devlet sırrı tanımı var aslında ama devlet sırrı hakkında temel bir kanun yok. Kanun yok, mevzuat eksik; ama olsun, gazetecileri ve insanları tutuklamak için “yeterli” mevzuat her zaman var.
Sürekli tekrarlanan “yargı reformları” kimseye güven vermeyen vaatlerden ibarettir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması amacına dönük olan “yargı reformları” bir türlü bitmeyen “demokrasiye uyum” adı altında siyaseten oy isteme aracı olarak kullanılan içi boş kavramlara dönüştürülmüştür.
Yargı, asıl işlevi olan yargılama faaliyetinden ve insanlara yargının teminatı hukuki güvenlik sağlamaktan çoktan vazgeçmiştir. Yargının, yargıya güveni kalmamıştır
Önümüzdeki toplumsal sorunumuz hukuki güvensizliktir. Bu ortamı yaratan unsurların başında toplumum adalete olan inancını yitirmiş olması gelmektedir. Otorite ve tarafsızlığını yitirmiş ve kendisine bile güvenemeyen yargıya toplum nezdinde güven yoktur.
Bütün olumsuzluklara rağmen demokratik hukuk devleti ve temel hakların korunmasında yol haritasının ilk kilometre taşı hukuk yoluyla hukuk devletinin yeniden inşasıdır.