Karar vericiler, yargıçlar ve savcılar…
Hangisi hangisinden daha üstündür?
Yargıç dertlenir mi? Dertlenirse dert olan sorunla ilgilenir mi? İlgilenince bilgilenir mi?
Hangi karara sevinirler, hangisine kızarlar?
Savcı yazmış olduğu iddianamesi ile açtığı davada mahkûmiyet kararı verilmesini ister. Yargıçlar mahkûmiyet kararı verirse savcı sevinir mi yoksa mahkumiyete dertlenir mi?
Yargıç; bambaşka bir etik ilişki sonucunda eylemi ortaya çıkaran yargılayandır.
Yargıç ne yapar? Hukukta bunun yanıtı çoktur.
Şu şekilde sorulabilir; yargıçlık nedir?
Önüne gelen uyuşmazlığı çözer. Bu en kısa tanımıdır.
Üzerinde milyonlarca sayfa yazı yazılan ve yorumlanan böyle bir meslek nedir, ne değildir?
Neden hakîm; “fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn” olmalıdır.
İonna Kuçuradi “yargıçlık nedir?” sorusunu sormuş ve yanıtı şöyledir:
“Yargıç kişilerin ilişkilerinde yaptıkları ve/veya yapmadıklarına ilişkin değer “muhakemesi” ve muhasebesi yapar, bir şey adına hesap sorar. İşi adına hesap sorduğu şeyi o belirli koşullarda korumak veya onun en az zarar görmesini sağlamaktır. Bu muhasebenin nasıl yapıldığı ve sorulan hesabın kim veya ne adına sorulduğu çeşitli yargıçlık yapma olanaklarını oluşturur”. [i]
Yargıçlar, olanakları oluşturanlardır. Çeşit çeşit olurlar. Her çeşidin bir diğerine benzemeyen özellikleri olabilir. Uzaktan bakınca birbirinin aynısı, yakına gelince birbirinden çok farklı gözükürler. Yargıladıkları her kişinin yaşamına karışırlar, değiştirirler ve hiçbir şey olmasa bile yargıladıkları kişinin yaşamını etkilerler.
Bu etkilerin ortakları vardır, görünmez. Bu etkinin sonuçları vardır, kim yaptı belli olmaz ve kimlerin yaşamlarını nasıl değiştirdiğini yaşamı değişenler bilir. Kimi susar, kimi konuşur, kimi bağırır, kimisi haykırır. En çok sesi çıkanlar en az sesi çıkanlardan habersizdir çoğu zaman.
“Yargıç başkalarının ilişkilerine karışan ve onların bu ilişkilerindeki eylemlerini değerlendiren yaptığı değerlendirmeyle de her iki “tarafla” özel türden bir etik ilişkiye giren kişidir. Onun eylemi, yaptığı değerlendirmedir, verdiği kararsa bu eylemin son halkasını oluşturur.”
Yargıcın hesap sorabilmesi için ilk önce bilgilenmesi gerekmektedir. Ancak bilgilenme sadece somut olayla ilgili bilirkişiden rapor istemekle sınırlı bir faaliyet değildir.
Kaç yargıç bilgilenmek ister? Kaç yargıç bilgilenmekle ilgilenir?
Başkalarının eylemlerini değerlendirecek ve karar verecektir. Çünkü bu iş için çağrılıdır ve görevi budur. Kendisi yoktur geçmişte yaratılmış olayın içinde. Ama ne oldu ise öğrenmelidir, bilgilenmelidir. Verilecek karar öncesi görevidir, bilgilenmek için ilgi gösterilmelidir.
Kimi bilgilenir, kimi bilgilenmekle ilgilenmez bile. Bilgilenmiş olmasa da işini yapar. Yapacaktır, bu onun işidir ve sadece iş olarak görür. Yargılanan kişiler eylemlerinden dolayı suçlu veya suçsuzdur. Bilgisiz kalmayı seçen yargılayanlar için onların eylemlerini bilmek geçmişi öğrenmek gerekli değildir. Tarihi aralamadan, gerçeği görmeden yol alanlar gerçeklerden uzak kalmayı seçenlerdir, olabilir!
Kiminin hiç ihtiyacı yoktur, bilgilenmeye. Kimi hiç aldırmaz eylemin ne olduğuna! Bilse ne olur, bilmese ne değişir? Karar vereceği karşısındakidir, sırası gelendir. Dosyadan ibarettir. Ondan sonra gelecek olanlar vardır sırada ve sırası gelip karşısına geçenlere sadece bakacaktır bilgisizce…Öyle yapılır ve yapar; bakar sadece! Kimi için eylem değil kişidir ve muhataptır yargının kararıyla; eylemlerinin bir değeri yoktur. Asıl önemli sayılan yargılayanın değerlendirmesidir, ama doğru ama hatalı.
Yargıç kişinin “yapmaması gereken eylemi” neden yapmaması gerektiğinin kriterlerini bulup çıkarmalıdır. Eğer isterse, eğer bilgilenmişse ve eğer bu bilgi ile kişinin eylemi arasında bir bağ kurabiliyorsa!
Bu bağ kurulabilirse “doğru yargılama” için sadece önkoşul gerçekleşmiş varsayılır. Yargıç yargılayacağı eylemin nedenlerini öğrenmiş ve bilgilenmiş demektir. Bu durum aslında tam olarak yargıçla kişinin etik ilişkiye girme mecburiyetidir.
Bu ilişki yargıcın davranışını ortaya koyar. Bir bakıma yargılama aşamasında “eyleme karşı” yargıcın ve yargının tutumu anlaşılır.
Kimi aldırmaz. Kimi görünümünden dahi rahatsız olmaz, kimi kaygısızca yargılar. Karşısındaki kişinin ve onun eyleminin bir önemi yoktur ki; değeri olsun. Varsa yoksa kendi yargısı kendi anlayışıdır.
Böyle bir etik anlayışı yoktur. Etik ilişkiyi reddeden yargıç için sadece kişi vardır. “Sen” der, siz demez. Buyruk vermek gibi görülen davranışları yaratandır. Aslında hiçbir derdi, tasası bile yoktur. Bakar ve durur sadece! Etik değerleri bilmediği ve bilmek istemediği için!
Aranan ve beklenen hukuk adına; adalet ve hakkaniyet hissiyatına sahip yargıçlar bulmak kolay mıdır?
“Türk Yargı Etiği Bildirgesi” girişinde ne yazıyor?
“Hâkimler ve savcılar,
Görevlerini yerine getirirken adaletin en hassas ve doğru şekilde dağıtıldığından emin olan, meslekî sorumluluk içinde davranan, bütün işlemleri ile karar ve davranışlarında insan ve toplum hayatına tesir edeceklerinin ve toplum nezdindeki saygınlıklarının korunmasının Türk yargısının itibarını da yükselteceğinin bilincinde olan ‘hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn’ insanlardır. Anayasa ve kanunlardan aldıkları yetki çerçevesinde, hür vicdanları ile evrensel değerleri şiar edinerek bağımsız ve tarafsız olarak görevlerini yürütürler.
Bu bildirgede belirtilen etik ilkeleri içtenlikle benimser gerek meslekî gerekse sosyal hayatlarında bu ilkeler doğrultusunda davranmaya onurları ve vicdanları üzerine söz verirler.”
Söz vermişler…Söz verenler yargıya olan güveni en aza indirenler midir?
Verilen sözleri tutulabilir mi?
Yanıt; vicdanlarına kalmış!
Unesco Genel Direktörü Audrey Azoulay’i Uluslararası Vicdan Günü nedeniyle dünyaya mesajında şöyle demişti: “Bugün, bireye kendi eylemleri ve başkalarının eylemleri hakkında bir fikir veren ve bu eylemler hakkında etik bir yargıda bulunmasına izin veren evrensel yeti olan Uluslararası Vicdan Günü’nü anıyoruz.
Bu uluslararası gün, UNESCO’nun temelleri, varoluş nedeni üzerinedir: barışın teşviki ile ilgilidir. Bu belirsiz zamanlarda, bugünün mesajı her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan bir mesajdır.
Çünkü vicdanın evrenselliği sorgulandığında ve kişi kendi yargısını görmezden geldiğinde veya bu yargı bastırıldığında, o huzur zayıflamakta ve bozulmaktadır. Nitekim İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde tüm insanların vicdan sahibi olduğunu ve ona göre hareket etmekte özgür olduğunu bildirmesinin nedeni de budur.” (5.4.2022)
Yola çıkıldığı zaman karşılaşılan sorunlarla eylem arasında bağ kurmak isteyen karar vericiler için etik sorunları muhatap olanlarında düşünmesi gerekir.
Etik; sadece yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorunu değil, aynı zamanda dünya üzerinde barışın kurulması ve korunmasına kadar giden yolların kilometre taşlarıdır.
O yüzden mahkemeler ne dört duvardır ne adaletin saraylarıdır.
Etik, adalet yaratır; adalet barışa giden yoldur.
Kendi yargımızı görmek demek, dertlenmek demektir. Dertlenmek tek başına insan onurunu koruyamaz; ama dertlenerek ilgilenmek adaletli tavırdır ve vicdan sahiplerinin etik sorunudur.
[i] Kuçuradi, İonna. Etik Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. Ankara 1996. Sayfa 127. (2015)