Mevsimlerden sonbaharı çok severim. Aylardan da kasımı. Kasımpatıların çiçekçi tezgahlarında görüldüğü bir zaman kesiti. Sonbahara bu tutkumun gençlik yıllarımdaki melankolik yaşantımla yakın bir ilişkisi var diye düşünürüm. Babamı, anneannemi, teyzemi birbiri peşi sıra yitirdiğim güç bir çocukluk dönemimin bana bıraktığı miras. Şimdi 2022’nin güzel kasım ayı güneşinde anılar üşüşüverdi usuma. Hukuk fakültesinden pek çok şey paylaştığımız bir arkadaşım aradı hafta sonu. Fakülte günlerinden konuştuk. Günümüzün seviyesi giderek düşen karmakarışık siyasetinden, şiddetin, nefretin bitmek bilmediği toplum yaşantımızdan da. Uzunca süren telefon konuşmamızı bitirirken bizlerin yine de şanslı bir kuşak olduğumuzu ’60’lı yıllarda başlayan üniversite hayatımızda güzel günlere, kopmaz dostluklara sahip olduğumuz için kendimizi bir kez daha kutladık. Bu tür duygular içinde anılar da üşüşür durur belleğe.

Yalnız anılar mı? Dünden kalan kimi şarkıları, güfteleri, nameleri de. Mesela Lefter geldi aklıma. Lefter günümüzde Nevizade diye bilinen Meyhaneler Sokağı'nın üzerinde bir lokanta işletirdi. Seçkin müşterileri olurdu. Gecenin ilerleyen vaktinde Laterna çalardı meyhanede bir Rum kardeşimiz. Biz öğrenci olarak sıkça Lefter’in Meyhanesi’nde alırdık soluğu. Kimi zaman açık açık Lefter’e yanımızda ne kadar para olduğunu söyler ve masum bir tavırla yüzüne bakardık, Lefter başlardı gülmeye. Kırık Türkçesiyle “Oturun vire” derdi ve öğrenci indirimli bir masa kurardı bize. Ağır müşterileri biraz seyreldikten sonra gelir bizim masaya otururdu Lefter. Başlardı çok sevdiği bir şarkıyı dillendirmeye. “İndim havuz başına/ Bir kiz çikti karşıma/ Sevda nedir bilmezdim/ O getirdi başıma” Lefter söylerdi biz eşlik ederdik. Bir arkadaşımız Laterna’yı çalmaya gider. Laternacı da müziğin karşılığında para toplardı müşterilerden.

Elbette Lefter’in bu şarkısı durup dururken düşmedi belleğime. 1964 yılının yine güzel bir sonbahar günüydü. Askerlik yaptığım Sivas’tan sınavlara girmek bahanesiyle İstanbul’a gelmiştim. Hukuk fakültesinin içinde (belleğim yanılmıyorsa) amfilere açılan alanda bir küçük havuz vardı. O havuzun etrafında arkadaşlar toplanır bir yandan sınav heyecanı bir yandan güzel havanın insanı okuldan dışarıya çeken cazibesi… Ortada sanki bir tür kokteyl havası vardı. Hemen herkes bir ağızdan konuşuyor, kahkahalar birbirini kovalıyordu. Ben de kantine gitmek üzere orada kümelenmiş arkadaşlara bir merhaba diyeyim istedim. Oraya doğru yöneldim. Derken havuz başında benim de karşıma bir kız çıktı. Arkadaşlarla birlikte ilk kez gördüğüm bizden 4-5 yaş genç, güzel mi güzel bir kız. Gözlerimi bir süre ondan ayıramadım. İşte gel de Lefter’in şarkısını hatırlama. Bana o günden başlayarak bir ömür boyu sevdayı o kız öğretti.

Dedim ya o gün çocukluğumun melankolisini romantik bir gençliğe dönüştürdüğüm bir anı yaşamaya başladım. Hâlâ da duygusal bir insan olmanın derin hüznünü yaşıyorum. Öte yandan dilimin döndüğünce inandığım gerçekleri anlatmayı, çevremdekilere pozitif enerji vermeyi bir görev sayıyorum. Ve bu çelişki beni çok yoruyor. Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Gaddarcasına bedbahtız fakat asla umutsuz değil.” Umarım dünyada ve ülkede insan sevgisinin kırıma uğradığı şu zamanlarda dört elle gelecek güzel günlerin umuduna sarılmayı başarırız.

Alışılageldiğimiz üzere bu yazıyı da bir şiirle bitirelim. Şair İsmet Bozdağ’dan: “Yaman Denge”

YAMAN DENGE

Buz tutmuş çevremden
Sana bakıyorum
Yeni bulunmuş ülke gibisin!
Dokunsam kurtulacağım;
Ne sen bana bir adım, ne ben sana!
Bu denge böyle kurulmuş.

Sıcağım, özlemliyim
Yürümüşüm, yönelmişim.
Kapılar nice daralsa,
Bir deniz feneri ışır, habire ışır.
Ama anlatsana
Bu denge nasıl kurulmuş?

Gölgemiz çalınmış bir oyunda
Şavkımız kalakalmış,
Bir gemi sallanır körfezde, bağlı
Bir deniz feneri ışır, habire ışır.
Günde bin kez ölürüz de
Ne sen bana bir adım, ne ben sana…