Geçtiğimiz hafta İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının CMK’nun 250.maddesi ile özel yetkili bölümü tarafından KCK soruşturması nedeniyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan, esi MİT Müsteşarı Emre Taner ve Yardımcısı Afet Güneş ile İstanbul MİT Bölge Başkanı Yardımcıları Yaşar Yıldırım ve Hüseyin Kuzuoğlu “şüpheli” sıfatıyla Savcılığa çağrıldı. MİT, özel yetkili savcılığın “yetkisiz” olduğu gerekçesiyle itiraz etti. Savcı, Fidan için Ankara’ya talimat yazdı. Savcının başvurduğu İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi ifadeye gelmeyen MİT MENSUPLARI hakkında “yakalama” kararı verdi. Daha sonra İstanbul C. Başsavcısı Fikret Seçen, Savcı Sadettin Sarıkaya’yı, KCK soruşturmasından aldı ve dosya başka savcılara verildi (Basından).

 

Bütün olup bitenlerden sonra anlaşıldı ki, soruşturma “kanunen” gizli ama haberlere göre herkes her şeyi biliyor. Ceza Muhakemesi Kanunu ile Türk Ceza Kanunu ve MİT ile ilgili kanunun her maddesi herkesin en iyi bildiği yasal düzenlemelermiş meğerse... Televizyon haberlerindeki “son dakika” haberlerinin tümü, gerçekten son dakika haberleriydi. Köşe yazarları olup bitenlerin “perde arkasını” yazıyorlardı ki, ne kadar cahilmişiz! Meğer neler olup bitmiş… Keşke daha önce yazsalardı da(?) yorumlarıyla adalet sisteminin ne kadar sistemli ya da sistemsiz olduğunu daha başında anlasaydık…

 

Dün başka yazanlar, ceza adalet sisteminin ne kadar mükemmel olduğunu 2005 yılından beri övenler, bir anda geçmişimizin ve geleceğimizin ne kadar kötü olduğunu yazdılar. Davaları, geçmiş soruşturmaları örneklediler, bilgilendik. Meğer neler olmuş neler, haberimiz bile yokmuş! Karamsarlığa kapılmamak ne mümkün!

 

Ne memleket ama! Hayatımız, yargının yargıları oldu!  Demokratikleşmiştik ya hani! Hani bağımsız ve tarafsız yargımız vardı ya! Hani, 12 Eylül hukukunu zaten tarihin çöp sepetine attık, kurtulduk ve rahatlamıştık! Daha ne yetmezdi? Ne istiyorduk?  

 

Yaşadıklarımızla ve bize reva görülen ceza adalet sisteminin yarattığı hukuki sorunlar yüzünden, artık “yargısız”, soruşturmasız, davasız geçen hayatımız yok!  Ama fark ettiğiniz gibi; olağanüstü yargıyı; olağan dönemde olağanüstü özel görevli ve yetkili kılmak suretiyle, olağan hale getirdik.   Onun için, olağan hayatımızın artık her günü olağanüstü…

 

Soruşturmalar ve davalar, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini derinden sarsmaya devam ediyor. Sarsıla sarsıla yaşıyoruz.  Her adli olay, her soruşturma gözümüzün önünde çığ gibi büyüyor ve hepimizin günlük hayatını “son dakika” haberlerine terk edilmiş olarak bizleri olağanüstü hayata sürüklüyor.

 

Yargıya olan güvenin sarsıldığı ve sürekli yıpratıldığı acı bir gerçektir, ama gerçek budur.

 

Yaşanan hukuksuzluklara, hukuk yoluyla karşı çıkmak bile olağanüstü ve tehlikeli bir serüven olmuştur artık. Uygulamalara bakarak nasıl bir ceza adalet sistemi yarattığımızı hala görmüyorsak ve hala sorgulamıyorsak ve olup bitenleri içimize sindiriyorsak eğer; adaleti daha çok bekleriz.

 

Kimse kimseyi eleştirmesin. Artık, her adli olay, hayatımızın “son dakika” haberidir ve hayatımızın karmaşasıdır.

 

Hukuk, “kargaşa” yaratmaz, kargaşaya son verir, ama bizim hukukumuz “kargaşa” yaratıyor. Çözüm adı altında ürettiği her çare, yeni bir “hukuki” kargaşanın habercisi oluyor.

 

Bir kere daha yazalım. 2005 yılından beri yürürlükteki Ceza Muhakemesi Kanunu ve Türk Ceza Kanunu uygulamalarının ortaya çıkardığı sorunları, bu ceza adalet sistemi içinde kalarak çözemeyiz. Türkiye’de soruşturmaların, davaların ve mahkeme kararların bu kadar çok tartışıldığı ve herkesin üzerinde akıl yürüttüğü böyle bir dönem yaşanmamıştır. Bir gün içinde olup bitenler, hayatımızın her dakikasını yargısal sorunlar içine çeken mıknatıslar gibi…

 

Çözümsüzlük ve kargaşa yaratan ama üzerine siyaset yapılan, adli olayların sürekli yaşandığı bir ülke haline dönüştürülen Türkiye’de; yargıda olup bitenler hayatımıza egemen oldu. Böyle bir hayat, böyle bir tercih olabilir mi? Kim, kime böyle bir hayatı reva görüyor?

 

Türk Ceza Kanunumuzun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Ceza hukuku “cezalandırma” hukuku değil, bireyin haklarını koruyan hukuk olmalıdır.  Herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği; demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin, bağımsız ve tarafsız yargının güvencesi altındadır.  Kim bilir daha önce kaç kez yazılmış masal gibi, fıkra gibi cümleler bunlar; ama artık, dram!

 

Korkunun egemen olduğu, yargıya güvenin yıpratılmadığı bir ülkede yargı çökerse; herkes altında kalır. Hukuk ve adalet herkese ve her zaman lazımdır.

 

“Herkes” olmayanlar ve “her zaman lazım olmayanlar”…Acaba anladınız mı?  

 

Bir kere daha yazalım. CMK. Madde 250, 251 ve 252 inci maddelerdeki “Bazı Suçlara İlişkin Muhakeme” düzenlemesi, devam ettirilmek istenen eski (DGM) Devlet Güvenlik Mahkemelerine “yasallık” sağlamaktan ibarettir. Devlet “güvenliği” Mahkemelerinin sadece adı değişmiştir. Özel görevli ağır ceza mahkemeleri ve özel yetkili savcılar eliyle “ihtisas mahkemeleri” görünümü altındaki önceki Devlet Güvenlik Mahkemeleri düzeni sürmektedir. Bu düzen doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Herkes, “olağan mahkemeler” tarafından yargılanma hakkına sahiptir. Özel yetkili savcıların soruşturmalarından ve özel görevli mahkemelerden vazgeçilmeli, olağanüstü soruşturma ve yargılamalar kaldırılmalıdır. Aksi takdirde “özel yetkili” / “özel görevli” yargı sürdükçe herkesin ve hukukun güvenliği şüphe altındadır.

 

Hukuk, toplumu birbiriyle kavgalı hale getiren, birinin iyi diğerinin kötü kabul edildiği ve buna göre yasalar üretilerek düşman ceza hukukunun egemen olduğu bir iklim, bir coğrafya ve devlet yaratmamalıdır. İnsan hakları ve insan onurunun korunması; yargı için, hukuk için, yasa koyucu için aydınlanmanın tek yoludur. Ceza adalet sisteminin amacı insan onurunun hukuk yoluyla korunduğu bir hukuk devleti yaratmak olmalıdır. 

 

Kanun koyarak veya değiştirerek kanun devleti olmaktan öteye geçemezsiniz. Gözümüzün önünde yarattığınız bize reva gördüğünüz bu ceza adalet sisteminin yarattığı yargısal sorunlar yüzünden hayatımızı çekilmez hale getirdiniz. Yargının sorunları; bizim hayatımızın dayanılmaz “son dakika” haberleri değildir ve olmamalıdır.

 

Hiçbirimizin onuru ile oynamayın. Hiç olmazsa onurumuz ve adalet için, biraz saygılı olun.