Kriz dönemlerinde gazeteciler neden korunmalıdır?
Başka türlü soralım! Halkın haber alması, olup bitenler hakkında bilgi edinmesi, gerçekleri öğrenmesi ve görüş hakkına sahip olabilmesi için gazeteciler kriz zamanlarında neden daha çok korunması gereken meslek mensuplarıdır?
Aynı soruyu insan yaşamının korumak ve kurtarmak için yemin etmiş doktorlar için de sorabilirsiniz. Her iki mesleğin mensuplarının gerçek işi insandır, insan yaşamıdır, insan haklarıdır.
Türkiye gazetecilerini çatışma ortamlarında koruyor mu, korur mu? Kendi halkına uyguladığı “şiddetle” insan haklarını hiçe sayan ve toplanma hakkını halkını gazlayarak dağıtan, perişan eden, sanki bir “düşmana” saldırıyormuş gibi büyük bir hınç ve kinle Gezi Dayanışması/Direnişinin canına okumaya kararlı “polis gücünü” acımasızca kullanan “kamu makamlarının” gazetecileri korumasını beklemek, büyük bir saflık ve aymazlık olur.
Dünyanın hiçbir yerinde kamu makamlarının “kriz zamanı” gazetecileri korumadığı bilinen bir gerçektir. Dünyanın her yerinde siyasal iktidarların gazetecilere her fırsatta şiddet uygulamaktan hiç çekinmedikleri bir gerçektir. Türkiye dünya âleme bunu bir kez daha kanıtladı. Hem de kamu düzenini kendi polis gücü ile ortadan kaldırarak kanıtlamış oldu. Dünya basını olup bitenleri yazıyor. Başbakan hem iç ve hem dış basını suçluyor. Ardından kamu gücünü elinde tutanlar, Başbakan kızdı ya, onlar daha çok suçluyor… Gazetecilere kızgınlık had safhada olduğu için dış ve iç “mihraklara” hizmet edenler olarak damgalamak suretiyle onları dövmek, onlara sövmek, kafalarını kırmak olağan işler haline geliyor.
Ortaya çıkan eğer “kriz” ise, durup düşündüğümüzde, Gezi Dayanışması/Direnişi hakkındaki haberleriyle, muhabirlerin tıpkı bir çatışma ortamında gazetecilik görevlerini yaparken karşılaştıkları şiddet önlenebilir mi? Darp edilmeleri, yaralanmaları, gaz yemeleri, tehditle karşılaşmalarını nasıl değerlendirmeliyiz?
Önce Irak savaşı ve haberleri vardı. Çatışma ortamında gazeteciler gazetecilik yaptılar. Çatışma, insanların ölümüne, insan hakları ihlallerine neden olmuştu. Sonra sivillerin savaşta çektikleri ile Ortadoğu’da yaşananlardan ders çıkarmanın vakti gelmişti.
Konusu “Kitle İletişim Politikası” olan ve Türkiye’yi temsilen Devlet Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’ın katıldığı Avrupa Bakanlar Konferansı’nın 7 incisi Ukrayna’nın Başkenti Kiev’de 10-11 Mart 2005 tarihleri arasında yapılmıştı. “2005 Kiev” toplantısı olarak anılan bu Konferansta kararlar alınmış ve kararların hayata geçirilmesi için eylem planları belirlenmişti.
Daha sonra da, “Bütünleşme ve Çeşitlilik: Avrupa medya ve iletişim politikalarının yeni ufukları” adıyla bu konferans kitaplaştırılmıştı. Türkiye’de ortaya çıkan bazı “krizler” yüzünden bazı yazılar da yayımlanmıştı.
Bu toplantıda, “Kriz Zamanlarında İfade ve Haber Alma Özgürlüğü” hakkında alınan kararlar “savaş ve terörizm” gibi “çatışmalarda” ortaya çıkan kriz durumlarının “demokrasiler ve demokrasilerin ifade ve haber alma özgürlüğüne” karşı tehdit oluşturmasına tepki göstermek üzere alınmıştır. Kriz durumlarında demokrasi ve ifade özgürlülüğünün daha çok korunması konusundaki “kararlılığı” göstermek üzerine alınmış kararlardı.
Kriz zamanlarında, toplumun bilgilendirilmesi hakkı özellikle önem kazandığından dolayı, başta kendileri olmak üzere kamu otoritelerinin, ifade ve haber alma özgürlüğü ile medya özgürlüğüne saygı duyulmasını sağlamaları şarttır.
Kriz durumlarında gazetecilerin çalışmalarına yapılan her türlü müdahale “istisna” olmalıdır. Asıl olan kural uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan koşullara uygun olarak gazetecilerin görev yapmaları sağlanmalıdır.
“Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce 2 Mart 2005 tarihinde benimsenen “Terörizme karşı mücadele kapsamında medyada ifade ve haber alma özgürlüğüne ilişkin Bildiri” ile Bakanlar Komitesi’nce 1996 yılında benimsenen “Çatışma ve gerilim durumlarında gazetecilerin korunmasına ilişkin R (96) 4 No’lu Tavsiye Kararında” düzenlendiği üzere, kriz zamanlarında ifade ve haber alma özgürlüğü alanındaki Avrupa Konseyi standartlarına saygı duymak ve uygulamak” konusunda tüm kamu yöneticilerine üstlendikleri sorumluluklar hatırlatılmıştır (Karar No: 1).
Sonuçta Kiev toplantısında alınan kararlara göre katılan devletler ve Türkiye, “gazetecilerin, güvenliklerine karşı bir engel ve tehdit olmaksızın, kriz durumlarına ilişkin özgür ve bağımsız bir şekilde haber aktarabilmelerine ve bu hakkın ilgili uluslararası belgelerde düzenlenen kısıtlamaların ötesinde herhangi bir kısıtlamaya gidilmesi ihtimali olmaksızın kullanılması üzerinde mutabık” kalmışlardır.
Devletlerin “mutabık” kaldıkları başka kararlar var mıdır?
Örneğin “Medya çalışanlarının güvenlik ve emniyetlerinin, özellikle kriz dönemlerinde, medya ve gazetecilere karşı yapılan tüm şiddet olaylarının tam ve bağımsız bir şekilde araştırılması ve medya çalışanları ve bağlı olduğu kuruluşların, medya çalışanlarının karşılaştığı riskleri azaltacak önlemleri alabilmeleri için onlara en uygun şekilde yardım edilmesini gerektiren süregelen bir sorun oluşturduğunda” mutabıktırlar.
Dış basın dedikleri yayın organları “muhabirlerinin” bir başka ülkedeki çatışma ortamlarında, görev yaptıkları hallerde “Bir üye devletin medya çalışanlarının diğer bir üye devletin topraklarındaki kriz durumlarını haber yaparken, kendi güvenlik veya özgürlüklerine karşı bir tehditle karşılaştıkları durumlara çözüm bulmak için Avrupa düzeyinde işbirliği geliştirilmesi hususunda” devletler mutabıktırlar.
Yıllardan beri süregelen insan hakları ihlallerini insanlara duyuran, bilgilendiren, haberleştiren, eleştiren, yorumlayan tek bir dünya üzerinde birçok ses yaratan, çoğulculuk, demokrasi ve kalıcı barış için kendi hayatlarını hiçe sayan gazeteciler, özellikle kriz zamanlarında korunmalıdır. Çünkü ifade özgürlüğü hakkı, Hükümetlerin kendi siyasal ve teolojik görüşlerine ve teokratik yönetim biçimlerine terk edilmeyecek kadar korunması gereken birinci derecede çok ciddi bir haktır.
İfade özgürlüğü yoksa demokrasi yoktur.