Sansürün rengi var mıdır?
Sansürün rengi olur mu? Beyaz mıdır, siyah mıdır?
Tarihin dönemine göre sansür bazen siyahtır, bazen beyaz.
Eskiden gazetelerdeki makalelerde beyaz boşluklar varsa, haberler arasında sütun sütun “beyaz” varsa sansüre uğramış demekti.
Dönem dönem gazete ve dergilerdeki beyaz renkli sayfalar sansürü işaret ederdi, siyasal iktidarların sansür memurları gazeteleri beyaza boyardı. Sansür, beyazdı.
Ve zaten matbuat kanun dairesinde serbestti…
Günümüzde gazeteler, haberler, makaleler önceden sansürlenmiyor. Çünkü kanunlar değişmiştir ve Anayasaya göre basın hürdür sansür edilemez. Çaresini bulan siyasal iktidarlar yayınlandıktan sonra sansür uyguluyor. Baskı ve korku ortamında gazeteciler, haberler ve makaleler cezalandırılıyor. Gazeteciler hapse atılıyor, tutuklanıyor ve böylece oto-sansür tercih edilen bir yönteme dönüştürülmeye çalışılıyor.
Şimdi sansürün rengi siyah…
Ekran karartma dönemine geçildiğine göre Tele 1 ve Halk TV ekranları “karartılacak”
Günümüzde sansürün rengi karadır, sorarsanız sansür değildir yaptıkları.
RTÜK, sansür kurulu değildir. İfade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması amaçlı Anayasal bir kanuni kuruluştur.
Memleketimizde 1900’lü yıllarda televizyon yoktu.
Sansürlenen gazetelerin sayfaları boşluklarla dolu “beyaz” çıkardı, sansürün rengi beyazdı…
Cumhuriyet gazetesinin okurlarına armağan kitaplarından Cevdet Kudret’in “Abdülhamit Döneminde Sansür I” adlı eserinde dönemin sansürleri ve sansürün nasıl işlediği anlatıyor…
Abdülhamit devrinde gazeteler dergilerle ilgili işlemler “Matbuat Müdürlüğü” tarafından yürütülürdü. İkiye ayrılmıştı. “Matbuat-ı Dahiliye Müdürlüğü” ve Matbuat-ı Hariciye”.
1878 yılında kurulan Sansür Kurulu Dahiliye Nezaretine (İçişleri Bakanlığı) bağlıydı. 1908'de 25 kişiye yükselen kadrosunda; 1 müdür, 5 muavin, 1 matbaalar müfettişi, 5 müfettiş, 1 Bulgarca-Sırpça, 1 Ermenice, 1 Rumca gazeteler müfettişi, 2 denetleme memuru, 3 tiyatro müfettişi çalışıyordu.
Eskiden memlekette çıkan gazetelerin, dergilerin, tiyatroların sansürünü bu Müdürlük gerçekleştirir, basımevlerinin ve kitapçıların denetimini Maarif Nezaretiyle birlikte yürütürdü.
Abdülhamit sansür konusunda herhangi bir kanun veya nizamname yayınlatmamıştır. Zaten her şey hazırdı ve Sansür kurulu tıkır tıkır çalışıyordu.
Matbuat Müdürleri Dahiliye Nezareti'ne bağlıydı ama “Mabeyinle” doğrudan doğruya teması sürdürürlerdi. Dönemin meşhur Matbuat Müdürleri arasında Mehmet Efendi, Ahmet Arifi Bey, Behçet Bey, Kemal Bey ve o devrin yazarlarının deyimiyle “en zalimi” Hıfzı Bey ve “kılkuyruk” diye anılan Abülmukbil Kemal Bey’di.
Matbuat-ı Dahiliye Müdürlüğü'ne bağlı sansür kurulu nasıl işler, neleri denetlerdi?
“Şehriyari (padişah hazretlerinin başkatibi) Tahsin" İmzasıyla Matbuat İdaresi'ne gönderilen ve gazetelerin uyması gereken şeyleri bildiren 9 maddelik gizli yönetmelikte saptanmıştı:
1.Her şeyden önce, dünya değer Padişah Hazretlerinin sağlığı, ürünün durumu, memlekette ticaret ve sanayiin ilerlemesi üzerine havadis verilecektir.
2.Ahlak bakımından yayınlanmasında sakınca olmadığı, Maarif Nazırı Paşa hazretleri tarafından tasdik edilmedikçe, hiçbir tefrikanın yayınlanmaması.
3.Hepsi bir nüshaya konulamayacak kadar uzun edebiyat ve fen makalelerinin yayınlanmasında, "Mabadı var", ya da "Mabadı yarına " sözcüklerinin kullanılmasına müsaade edilmemesi.
4.Bir makalede beyaz yerler ve noktalar geçilen boş yerler bırakılması, birtakım uygunsuz varsayımlara ve zihinleri karıştırmağa sebep olacağı için, bunlara kesinlikle meydan verilmemesi.
5."Şahsiyata" kesinlikle meydan verilmeyip bir vali ya da mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, öldürme ya da çirkin bir iş işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispat olunamadığı bildirilerek saklanması ve yayınlanmasına asla müsaade olunmaması.
6.Vilayetler ahalisinden bir kişinin ya da bir topluluğun, hükümetin yolsuzluğundan şikayetlerinin ve yüce Padişaha duyurulmasını bildiren kâğıt ve dilekçelerinin yayınlanmasının kesinlikle yasaklanması.
7."Ermenistan" sözcüğü gibi tarih ve coğrafyayla ilgili adların anılması yasaktır.
8.Yabancı hükümdarlar aleyhinde yapılan suikast girişimlerinin ya da yabancı memleketlerde yapılacak kargaşa çıkarıcı gösterilerin sadık ve kendi halinde ahalimizce bilinmesi uygun olmadığından, bunların herhangi bir biçimde ve yolda olursa olsun, kesinlikle yayınlanmamaları.
9.Bu yönetmelikten gazete sütunlarında söz edilmesi bazı kötü düşünce sahiplerinin yersiz eleştirme ve görüşlerine yol açacağından bundan şiddetle sakınılması. (Osman Nuri, Abdülhamid-i Sani ve Devr-i Saltanatı, c. II, s. 581- 582- Bk. Belgeler VII)
Aynı kaynaktan öğrendiğimize göre, 1'inci maddeye dayanılarak, Padişahın sağlığının iyi olduğu yazılabilse bile, hastalığından söz edilemezdi; Avrupa'nın ünlü doktorlarından biri Yıldız'a çağrılacak olursa, gazeteler bunun sırf (Boğaziçi havasını teneffüs etmek, Hamidiye Etfal hastahanesi ve Haydarpaşa'daki Mekteb-i Tıbbiye'yi ziyaret eylemek üzere geldiğini yazarlardı).
7’ inci ve 8'inci maddeler, genişletilmeğe ve yoruma öylesine elverişli idiler ki, sansür memurları bu maddeye dayanarak "Girit, Makedonya, Kanun-i Esasi, hukuk-i millet (ulusun hakları), ıslahat, hürriyet, müsavat, vatan, cumhuriyet, bomba, dinamik... " v.b. gibi pek çok deyim, terim ve sözcükleri yasak etmişlerdi.
Sözgelimi, İran'da kanun-i esası ilan olunduğunu, Rusya'da Duma (Çarlık Rusya'sında parlamento) kurulduğunu gazeteler yazamaz; birer anarşist tarafından öldürülmüş olan devlet başkanlarından Fransa Cumhurbaşkanı Carnot kalp durmasından (1894), Amerika Cumhurbaşkanı Mc Kinley şirpenceden (1901), Avusturya imparatoriçesi de göğüs darlığından ölmüş diye gösterilmişlerdi.
4'üncü maddede, "Bir makalede beyaz yerler ve noktalarla geçilen boş yerler bırakılmaması" yolundaki buyruğun, Mahmut Nedim Paşa'nın koyduğu sansürü protesto amacıyla Basiret ve Sabah gazetelerinde boş bırakılan sütunlardan ders alınarak konduğu açıkça anlaşılıyor.” (Cevdet Kudret. C.K. Eylül 2000. Sy 46-53)
Kraldan ziyade kralcı olan sansür memurları işlerini fevkalade iyi yürütüyordu. Hatta bazen yaptıklarını anlamak mümkün olmuyor, kırmızı kalemlerle kelimelerin, cümlelerin neden çizildiğinin anlaşılamadığı Abdülhamit Dönemi sansürcülerinin işine kimsenin aklı ermiyordu…
Halit Ziya'nın Uşaklıgil’in dediğine göre: “... Nerede on satırlık bir fıkra basılmak üzere ise, bunun en az beşi çıkarılmağa mahkumdur. Ne için çıkarılmıştır? Bunu hiçbir vakit anlayıp ona göre davranmak, şu on satırın çıkarılabilecek olan beşini yazmamak mümkün olamıyordu” (Halit Ziya Uşaklıgil Kırk yıl, 2. Bası bölüm 128 s.544. Age. 53).
Kendi halinde halkını düşünen padişahlar göçtü gitti geriye, sansürleri kaldı.
Siyah ve beyaz renk değişmedi, durdukları yerdeler…
Sansürün kullandığı renkler değiştirildi, beyazdan vazgeçildi; sıra karartmalarda kullanılan siyaha geldi. Karartma gecelerinin bile rengi vardır, ama ekran kapkaranlıktır.
Sansür Kurulunun “en zalimi” Hıfzı Bey ve “kılkuyruk” Abülmukbil Kemal Bey’den geriye ne kaldı, ne değişti?
Siyah ve beyaza inat değişmeyen tek şey; sansür…