Kim kimin derdinde.

Hey sen!

Evet sen sen!

Söyler misin lütfen; sen kimin derdindesin?

Kimi dert ediyorsun?

Dert dediğin kervanın neresindesin?

Açıkça söyler misin?

Demek öyle ha!

Sen başkasının/başkalarının değil, kendi derdindesin.

Bak bu doğru işte.

Senin böylesin açık bir duruş içinde olman alkışlanmalı.

Sen senin derdindesin.

Bana ne demesen de başkalarının derdi, öncelikle önce can diyorsun.

Doğru!

Hatta doğrusu da bu.

Önce can tabi ki.

Canana sonra bakarız.

İlgileniriz.

Sorarız.

Soruştururuz.

Var ise olanağımız, derdiyle paylaşırız.

Böyle de olmalı hani.

Dertler benim benim olsun da, çileleri başkalarına yüklemeye kalksak da yine bizim.

Sonuçta dert bizim.

Bizim ise, kimsenin derdiyle uğraşmadan bak bakalım kendi derdine.

Senin derdin ne?

Seviyorsun ha!

Bunun nesi dert?

Seviyorsun da, karşındakinin sevgisinden emin değilsin.

Hayda! Kim emin ki? Kim sevdiği kadar sevildiğini biliyor ki?

Ha çok çok seviyorsun ve bu sevgin nedeniyle özverilerin tüm sınırlarını yıktın geçtin.

Doğrudur.

Doğrudur da, bu özveriyi içinde olan sadece sen misin?  Geç bunları! Neleri ne sevgileri adına kırdı geçti.

Dağıttı.

Bitirdi.

Mektupların en kahırlarını yazdı.

Şiirler ağladı.

Şarkılar suskunluğunu bozdu.

Yağmurlar yarış içine girdi karıyla tipisiyle.

Şimşekleri susturamadı hiç kimse.

Gök yarıldı.

Yer yerinden oynattı.

Ve sen hep isyan ettin.

Sahi gerçekten çok mu sevdin?

Peh peh peh…

Geç bunları.

Yemezler anam.

Tribünler boş.

Şov zamanı değil şimdi.

Şimdi gerçeklerle yüzleşmenin tam sırası.

Sen kendi kendine dert edindiğin o sevginle yüzleşmeye bak.

Bak ki, o  sevgiyi hak etmeyenin çapına.

Anlayışına.

Kültürüne.

Arebesk dünyasına.

Titret kimliğini.

Çöz perde arkasını.

Sonra da sor; değer mi diye?

Şimdi söyler misin “değer mi?”

Soru bu.

Yanıtını da sen ver.

Başkasının derdi ile değil.

Kendi derdinle kendin kal.

Başbaşa