Hatırlatmakta yarar var. Çünkü sosyal medyanın veya basının kanunla sınırlandırılması, İnternette erişimin engellenmesi gibi kısıtlamaların hiçbirisi yeni değil, tümünün geçmiş bir tarihi var.
Onüç yıl önceydi. İnternet yayınlarında sınırlandırma isteği gündeme getirildi. Siyasiler haklarında yazılanlardan şikâyetçiydi. Onlara göre web sayfalarında yayınlanan eleştirileri hakaret olarak görüyor ve özel yaşamlarının ihlal edildiğini ileri sürüyorlardı. Çare, engelleme ve sınırlandırmaydı. Basın Kanununu değiştirmek istediler. Yürürlükten kaldırılmış olan eski 5680 sayılı Basın Kanunu yoluyla internet yayınlarını kısıtlama girişimi çok tepki çekti. Başka gazeteciler olmak üzere İnternetin aktörleri şeditle karşı çıktı ve bu değişime karşı direniş gösterdi. Eski günler…
İnternet ortamında yayınlar bakımından karşımıza çıkan ve belki ilk diyebileceğimiz kanuni düzenleme 07.06.2001 kabul tarihli 4676 sayılı Radyo ve televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile yapılmak istenmişti.
Bu Kanunla, bilgisayar ortamında “web sayfası” ve benzeri siteler açılmak suretiyle yayınlanan her türlü yazı, resim, işaret ve benzerleri hakkında Basın Kanunu hükümlerinin uygulanması öngörülüyordu. Böyle web sayfalarındaki yayınlar Basın Kanunu hükümlerine tabi olacaktı. İnternet ortamındaki yayınlardaki yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla ilgili olarak Basın Kanunu hükümlerini geçerli kılmak amaçlanmıştı.
Ancak 4676 sayılı Kanunun 26. maddesi ile internet ortamındaki yayınlar için Basın Kanununa yapılan Ek Madde 9 düzenlemesi 18.06.2001 tarihinde Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından geri çevrilerek TBMM’ne geri gönderildi. İnternet ortamındaki yayınlar bakımından aşağıdaki geri çevirme gerekçesi 2014 yılında bile günümüze ışık tutan öğretici bir niteliğe sahiptir.
“İletişim teknolojisinde bir devrim niteliğindeki internet yayıncılığının en baskın yönü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, özgün kanaat oluşumunun günümüzdeki en etkin kullanım alanı olmasıdır. İnternet ortamındaki yayıncılıkta; hukukun üstün kılınması, kişilik haklarının korunması ve bunun yanında da yayın yoluyla düşünce ve ifade özgürlüğü gibi duyarlı alanların dengelenmesi sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlar ancak, ifade özgürlüğü esas alınarak ve yayınlar üzerindeki denetim yargıya bırakılarak sağlanabilir. Dolayısıyla, internet yayıncılığına ilişkin ilkelerin ve öteki düzenlemelerin özel bir yasa ile yapılması en doğru yol olacaktır. Bu yola gidilmeyerek, yayınların düzenlenmesinin tümüyle kamu otoritelerinin takdirine bırakılması ve Basın Yasası'na bağlı kılınması internet yayıncılığının özelliği ile bağdaşmamaktadır.”
İnternete uygun ve ama düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü koruyan yasa, sınırlandıran değil.
Basın Kanununa yapılan bu ekleme kanunlaşmadı. Basın Kanunu ve internetin doğasına aykırı olan bu değişiklik gerçekleşmemiştir. 15.07.1950 kabul tarihli 5680 sayılı Basın Kanunu yürürlükten kaldırıldı. Yerine 9 Haziran 2004 kabul tarihli 5187 sayılı Basın Kanunu 26.06.2004 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi.
Yeni Basın Kanununun amacı basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemektir ve basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar. Yani Basın Kanunu İnternet ortamında yapılan yayınları kapsamaz.
Ama buna rağmen Basın Kanunu ile İnterneti düzenleme mantığına dün karşı çıkan muhalefet, bu gün iktidardaki Hükümet olarak aradan geçen onüç yıl sonra şimdi yeniden 5651 sayılı Kanunla birlikte ayrıca Basın Kanunuyla İnternet ortamındaki yayınları denetleme ve sınırlandırmayı perçinlemek için
hazırladığı kanun Tasarısı TBMM gündemindedir. Büyük olasılıkla bu Tasarı kanunlaşacaktır.
Resmi ilan ve reklam yayını karşılığı Basın İlan Kurumundan alınacak paradan ibarettir amaç. Bunun için Basın Kanununu değiştirmeye gerek yok. 212 Sayılı Kanunun 1. maddesi ile Basın İlan Kurumu mevzuatında yapılacak değişiklik yeterlidir. Bu Tasarının “basın kanunu” ya da “basın özgürlüğü” gibi bir derdi de yoktur. Kanun değişikliği basın özgürlüğünü sınırlandırmalarına, sınırlandırma katar ve yönetim müdahalelerini artırmaya yarar. Dolayısıyla Tasarı ile hem Basın Kanunu ve hem de 5651 sayılı Kanun sayesinde “basın özgürlüğü” ve İnternet yayınlarının sınırlandırılması sağlanacaktır.
Bu girişim Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 19. maddesinde düzenlenmiş olan ifade özgürlüğüne aykırıdır. Neden aykırı olduğunu anlatabilmem için temel prensipleri belirtmekte yarar vardır.
İHOP çevirisi ile dilimize kazandırılan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin 102 inci oturumunda (Cenevre, 11-29 Temmuz 2011) kabul edilmiş olan “Genel Görüş”; BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 19. maddesinde yer alan “görüş ve ifade özgürlükleri” hakkındaki ilkelerdir. Bu görüş Devletler tarafından hayata geçirilmelidir.
Genel Görüşten çıkarılması gereken en önemli derslerden birisi şudur: Dünyada ifade özgürlüğü veya basın özgürlüğü kavramlarının yeniden sorgulanması ve yeniden tanımlanması gerekmektedir. Özellikle sosyal medyanın gelişmiş ve gelişmekte olan yapısı ulusal sınırları aşan ve tanımayan bir özelliğe ulaşmıştır… Kuşkusuz bu gelişimde İnternet’in payı büyüktür.
Genel Görüşün ilk tespiti şöyle: Ulusların kabulüne göre görüş oluşturma ve ifade etme özgürlüğü, kişinin eksiksiz gelişimi için vazgeçilmez koşullardır. Bunlar, her toplum için temel önemdedir. Söz konusu özgürlükler özgür ve demokratik her toplumun temel taşlarıdır. Bu iki özgürlük birbiriyle yakından ilişkilidir ve aslında ifade özgürlüğü, görüş oluşturulmasında ve alışverişinde gerekli aracı sağlayan unsurdur.
Ama çok daha önemli bir olgu ister istemez ifade özgürlüğünün hem kullanımı ve hem de getirdiği sorumluluklar açısından kendini 3. paragrafta şöyle ortaya koymaktadır: “İfade özgürlüğü, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin yaşama geçirilmesinde gerekli koşuldur; saydamlık ve hesap verebilirlik ise, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi açısından zorunludur. Görüş ve ifade özgürlükleri, geniş bir alana yayılan diğer insan haklarından eksiksiz yararlanılmasının zeminini oluşturur. Örneğin, ifade özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü ile oy hakkını yaşama geçirmenin ayrılmaz bir parçasıdır.”
Bunu kim yapacak, kim hesap verecek kim saydam olacak?
Görüş ve ifade özgürlüğü hakkının sağlanmasında Sözleşmenin tarafı olan tüm devletlere verilen görev budur. Özellikle bu hakkın sağlanmasında devletler elinden gelen her şeyi mazeretsiz yerine getirecektir. Başta kendisi olmak üzere bu özgürlüğü ihlal etmeyecektir ve kimsenin de ihlal etmesine izin vermeyecektir.
Bu Genel Görüşte, altını çizerek vurgulamak istediğim bazı öneriler ya da devletlere yüklenen görevler İnternet ve basın araçlarının ya da tüm kitle iletişim araçlarının düzenlenmesindeki öneme işaret etmektedir. Özellikle taraf Devletler, kitle iletişim araçlarının düzenlenmesiyle ilgili hukuki ve kanuni düzenlemeleri ya da idari düzenlemeleri yukarıda sayılan saydamlık ve hesap verebilirlik temelinde sağlamalıdırlar. Devlet demek gün ışığında yönetim demektir.
İnsan Hakları Komitesine göre; “Modern kitle iletişim araçlarının gelişmiş olması nedeniyle, medyanın herkesin görüşünü ifade edebilme hakkına müdahale edecek şekilde kontrolüne engel olacak etkili önlemler gerekmektedir”.
Devlet medya üzerinde kontrol tekeline sahip olmamalı, medyada çoğulculuğu özendirmelidir. Medyanın veya sosyal medyanın herkesin görüşünü ifade etme hakkını sağlayan yapısına ve işleyişine ve yayınlara “müdahale edecek sistem” veya medya üzerinde “kontrol yaratacak” bir düzenleme yapılmasına karşı etkili olacak ve bu tür müdahalelere olanak tanımayacak “etkili önlemler” alınmalıdır.
Hukuk, kanun veya idari önlemler yoluyla modern kitle iletişim araçlarının serbest ve müdahale edilmeden yapılan yayınları korunmalıdır ve demokrasilerde esas budur.
Genel Görüş diyor ki; “Bir medya kanalının, yayıncıların veya habercilerin salt hükümete veya hükümetçe benimsenen siyasal-sosyal sisteme eleştirel baktıkları için cezalandırılmaları, hiçbir şekilde ifade özgürlüğü açısından gerekli ve meşru bir kısıtlama sayılamaz.” Bu ilke bizde tam tersine uygulanmaktadır. Hükümete veya hükümetin benimsediği görüşe aykırı her görüş baskı altına alınmaktadır. Baskı altına alınmasa bile hissettirilen türlü, çeşitli diğer baskılar zaten yeterli ölçüde oto-sansür uygulamasını sağlamaktadır ve hatta zorunlu kılmaktadır. Diğerleri yani eleştirmeyen ve “yana olan” görüşler, yayınlar ve medya serbesttir. Yönetimden yana olmak basın özgürlüğünün korunduğuna dair siyasal iktidarın nadide özgürlük örnekleridir.
Gelelim Görüş’ün 43 numaralı bölümüne;
“Web sayfalarının, blogların veya internet temelli, elektronik veya diğer bilgi yaygınlaştırma sistemlerinin, ayrıca örneğin internet hizmet sunucuları veya arama motorları gibi bu tür iletişimi destekleyen sistemlerin işleyişine getirilecek herhangi bir kısıtlama, ancak 3’üncü paragrafa uygun gerekçelerle kabul edilebilir. İzin verilebilir kısıtlamalar genellikle içeriğe özgü olmalıdır; belirli sitelerin ve sistemlerin işleyişine getirilecek genel yasaklar paragraf 3’le bağdaşmaz. Ayrıca, bir siteye veya enformasyon yaygınlaştırma sistemine yalnızca hükümete veya hükümetin temsil ettiği siyasal sisteme yönelik eleştirel tutum alabileceği ve bu yönde yayınlar yapabileceği gerekçesiyle yasak getirilmesi de 3’üncü paragrafla bağdaşmaz.”
Dün İnternet’i Basın Kanunu düzenlenmesine bağlı kılmak ne kadar sıkıntılara yol açacak nitelikte ise bu gün; internet web sitelerindeki yayınların denetiminde yapılan kanuni değişikliklerle 5651 sayılı Kanunla getirilen ağır sınırlandırmalar ifade özgürlüğünün kanun yoluyla süreklilik kazanan potansiyel ihlalidir. Giderek ceza tehdidi altında yayıncılık için değiştirilen kanunlara bir yenisini eklenmiş olacaktır. Basın Kanuna tabi bir internet yayıncılığı yaratmak; gazeteciler ve sosyal medya için ifade ve basın özgürlüğünün ihlali amacıyla kapıları sonuna kadar açmak demektir.
Panik mevzuatı sorun çözmez, tam aksine sürekli sorun üretir. Demokrasilerde demokratik toplum düzenini sağlayan hukuk devletidir. Aksi otoriterdir.