Uluslararası Ceza Mahkemesi niçin kurulmuştur? Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulması devletlerin siyasi tercihidir. Amaç insanlığa karşı işlenen suçların faillerinin cezasız kalmasını önlemektir. Çünkü bilindiği gibi bir kişiyi öldüreni yargılamak çok kolaydır. Ama binlerce kişinin öldürülmesi için emri vereni ve yüz bin kişiyi öldüreni yargılamak çok zordur.
17 Temmuz 1998’de Roma’da yapılan konferansta Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulması fikri benimsenmiştir. Roma Statüsüne göre 11 Nisan 2002’de 60 ülkenin onayı ile 1 Temmuz 2002’de Daimî Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur.
UCM soykırım, savaş ve insanlığa karşı, barışa karşı işlenmiş suçları soruşturmak ve mağdurların haklarını uluslararası bir ceza yargılaması ile korumak için oluşturulmuştur. Ulusal üstü yargı yetkisiyle donatılmış daimî Mahkemedir. Bağımsız bir yargı organıdır ve ikincil yargılama yapan mahkemedir.
Pek öyle gülünüp geçilecek bir mahkeme değildir…Mahkeme gibi mahkemedir.
Pek bilmezsiniz, aslında iyi bilirsiniz ki; UCM bir gerçektir ve cezasızlık önlenmelidir…
Türkiye; Roma Statüsüne taraf değildir.
İyi bilirsiniz…2004’de Türkiye UCM Statüsüne uyum için 07.05.2004 kabul tarihli 5170 sayılı Kanunla Anayasasını değiştirildi. Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinde son bir fıkra eklendi: “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.” Madde gerekçesine göre; “Avrupa Birliği Müktesebatının parçası olan Uluslararası Ceza Divanına Türkiye’nin katılması ve Divan statüsüne taraf olması halinde…” gerekirse yargılanmak üzere kendi vatandaşlarını Divana teslim etme yükümlülüğünü üstleneceği için böyle bir değişiklik yapılıyordu (TBMM Dönem 22, Yasama Yılı 22. Anayasa Komisyonu Raporu 2/278).
Türkiye’nin UCM Statüsüne taraf olması hayaldi. Az daha gerçek oluyordu…Olmadı!
Anayasa madde 38 değişikliği için yapılan TBMM’deki tartışmalar sırasında Anayasa Komisyonu Başkanı şöyle söylüyordu: “Önemli bir değişiklik, Uluslararası Ceza Divanı meselesi. Şimdi, bu Divan hakkında kısa bir bilgi vereceğim; ama neden bu gündeme geldi, bildiğiniz gibi, vatandaşlar, yurt dışına verilemez, başka ülkeye iade edilemez, teslim edilemez. Peki, özellikle ağır suçlar, savaş suçları gibi suç işlemişse ne yapacaksınız; işte, buna istisna getirerek "bu hal hariç, verilemez" şeklinde bir düzenleme getirmiş oluyoruz. (…) Peki, bu Divan, imzalamış olsak, bize ne gibi sıkıntı getirir; bize bir sıkıntı getirmez. (…) Neden imzalamadık şu ana kadar diye baktığımız zaman; biz diyoruz ki, bu Divan terör davalarına da baksın; teröre bakmıyor, hâlbuki terör Türkiye için çok önemli bir realite. Maalesef, bulunduğu bölge itibariyle de çok ciddî tahrip edici bir durum. Bu bakımdan, bizim buradaki kanaatimiz, teröre bakmayacak olan bir mahkeme bizim çok işimize yaramaz…” (Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu. (İstanbul) –TBMM Genel Kurul Tutanağı 22. Dönem 2. Yasama Yılı 83. Birleşim 04/Mayıs /2004 Salı)
Bunları bilmiyor olamazsınız… Çünkü; Türkiye Statü’nün kapsamına terör suçlarının alınmamasını gerekçe göstererek UCM kuruluşuna karşı çıktı ve Statüye taraf olmadı.
Türkiye gibi bir başka devlet Sudan’da UCM'nin yargı yetkisine taraf değildir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), El-Beşir'i soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlemekle suçlanmış ve hakkında "tutuklama emri" verilmiştir…
Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir 20 Kasım 2017’de İstanbul’da gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimî Komitesi (İSEDAK) 33. Toplantısı’na katıldı ve ülkesine döndü.
UCM’nin talebi olmuş ama hakkındaki “tutuklama kararı” uygulanmadı…Gülünüp geçildi.
Hatırlar mısınız…Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir, 9 Kasım 2009'da İstanbul'daki İslam Konferansı Örgütü zirvesine katılmak üzere Türkiye'ye gelecekti. Gelemedi…El Beşir, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü telefonla arayarak İSEDAK toplantısı için İstanbul’a gelemeyeceğini, partisiyle eski isyancılar arasındaki anlaşmazlığa çözüm bulmak için Hartum’a dönmek zorunda olduğunu bildirmişti.
Nüfusu 29 milyonu bulan Sudan’ın Batı bölgesinde kurulu ve yüz ölçümü yaklaşık 250.000 km² olan, farklı etnik gruplar ve kabilelerden oluşan Darfur, 1994’te üç eyalete ayrılmıştır. Her eyaletin başında, Hartum’daki merkezi hükümet tarafından atanan ve yerel idarelerce desteklenen Valiler bulunur. Sudan Merkezi hükümetinin Darfur’da geleneksel kabilelerin gücünü kırmaya yönelik politikaları üzerine Merkezi hükümetlere karşı silahlı ya da silahsız mücadeleler başladı. 2000 ve 2004 yıllarında elden ele dolaşan yasaklı I. ve II. “Kara Kitap” fotokopileri Sudan’da bölgeler arası siyasi, ekonomik dışlanmışlık, adaletsiz güç ve servet dağılımını ve dengesizlikleri ağır bir dille eleştiriyordu. Fikri tartışmalar sürerken Darfur’da silahlı çatışmaların ortaya çıkması uluslararası kriz yarattı.
Silahlı çatışmaların yaşanmaya başladığı bölgedeki asıl aktör Hartum yönetimi ve ona bağlı olan Sudan silahlı kuvvetleridir. Bunlara bağlı olarak hareket eden, ordu üniformaları giyerek ordunun kullandığı silahları taşıyan Sivil Savunma Güçleri diye ayrı bir grup daha oluşmuştu. Darfur’da saldırılara uğrayan sivillerin ve görgü tanıklarının ifadelerinde adı en çok geçen Cancevid milislerinin, at ve develerin sırtında ellerinde otomatik silahlarla sivillere saldırdıkları, mallarını yağmaladıkları, sivilleri göçe zorladıkları ifade edilmektedir. Hükümet bu iddiaları reddetmektedir. Ama Cancevid milislerinin sivillere yönelik saldırılarına göz yumulması, silahlandırılması ve aylığa bağlanması Merkezi Hükümetin bu saldırılarda sorumlu olabileceğine ilişkin önemli kanıtlar olarak değerlendirilmektedir.
Bölgedeki muhalif hareketler arasında sayılan ve 2003 yılında kurulan Sudan Kurtuluş Hareketi/Ordusu (SLM/A) en büyük silahlı örgüttür. Bir diğer grup 2001 yılında eski Devlet Bakanı, Dr. Khalil İbrahim’in kurduğu (The Justice and Equality Movement -JEM) Adalet ve Eşitlik Hareketi’dir (Mazlum-Der Raporu, Neden Sudan-Neden Darfur).
BM’nin insan hakları yetkilisine göre son beş yılda 300 bin insanın hayatını kaybettiği, 2,5 milyon kişinin evlerinden ayrılarak mülteci olarak yaşamaya devam etmek zorunda kaldığı ifade edilmiştir. 2009 yılında çatışmalarda hükümet güçleri ve Cancevid milislerinin 200.000’den fazla sivil insanı öldürdüğü, 3200 köyü yaktığı ve 2 milyondan fazla insanı yerlerinden ettiği iddia edilmişti.
31.03.2005 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsünün kendisine verdiği yetkiyi ilk defa Sudan için kullandı ve 1593 no'lu kararı ile Sudan hakkında UCM' ye suç duyurusunda bulunmuştu… UCM Savcısı Luis Moreno Ocampo, 6 Haziran 2005'de "soruşturmanın açıldığını" duyurdu. UCM Savcısı 14.07.2008’de Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir hakkındaki dava dosyasını Mahkemeye sundu. UCM, 4 Mart 2009'da devlet başkanı hakkında tutuklama kararı verdi. Zaten UCM önceki yıllarda İnsani Yardımlardan Sorumlu Bakan Ahmed Harun ve Cancevid milislerinin komutanlarından Ali Kushab hakkında insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlemekten ötürü tutuklama kararı çıkarmıştı. Ömer El Beşir hem kendisi hem de diğer yetkililer hakkındaki UCM’nin kararlarını reddetti. 5 Mart 2009 tarihinde bir hidro elektrik santralının açılışında yaptığı konuşmada, Mahkeme Başsavcısının kuklasını yakan binlerce taraftarı önünde dans ederek UCM'ni küçümsemişti. Suçlamaları kabul etmeyerek, bir kâğıt parçasından ibaret olarak gördüğü tutuklama emrinin "üzerine yazılan mürekkep kadar değeri olmadığını", Lahey'deki UCM’nin tutuklama emrini "yemesi"ni söylemişti.
Suçlamalar sadece iddiadan ibaretse eğer; bir devletin başkanı UCM’de yargılanmayı kabul edebilir. Yargılama sonunda beraat edebilir; ama eğer iddialar gerçekse hakkındaki “tutuklama emrini” bu defa kendisi yemek zorunda kalabilir.
Kim olursa olsun; ortada binlerce insanın ölümünden sorumlu olduğu ileri sürülen bir devlet başkanının UCM'de yargılanmasını isterim…Hayal olabilir! Türkiye’nin Roma Statüsünü onaylayarak "taraf" olmasını da isterim…Bu daha büyük bir hayal olabilir, ama cezasızlıkların her türlü halini benimseyen bütün siyasal iktidarlara karşı kurulan hayaller bir gün gerçek olur.