30 Mayıs 2019 tarihinde açıklanan Yargı Reformu Stratejisi’nin ardından Cumhurbaşkanlığı İkinci 100 Günlük Eylem Planı ve “Yeni İnsan Hakları Eylem Planı” hazırlanması süreci 2019 yılı aralık ayında başlatıldı. Bakan Gül, Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin önemli bir başlangıç noktası olduğunun altını çizerek; “Hiçbir reform başlangıçta iyi ya da kötü değildir. Sistemi iyi ya da kötü işletecek olan, reforma iyi ya da kötü vasfını verecek olan, uygulamadır. 2019, reformlarımızın başladığı yıl oldu. 2020 yılının da reform adımlarımızın birer birer hayata geçeceği bir yıl olmasını diliyorum.” şeklinde konuşmuş.
2019 yılında uygulama apaçık ortada ve yargının yargıları, yargıyı tüketti.
İyi dilekleriniz, Reformun iyiliği ve kötülüğü bir yana uygulama Yargı Reformuna karşıdır.
2019 yılında akılda kalanlardan birkaç örnek vermenin yararı var.
Yargıtay bozma ilamına karşı direnme kararı verilerek Cumhuriyet gazetesi mensupları hakkında haber, yazı ve yorumlarından dolayı FETÖ/PDY silahlı örgütüne yardımdan yeniden mahkûmiyet kararı verilmesinden hemen sonra Sözcü gazetesinin yazarları hakkında FETÖ/PDY örgütüne yazıları ve haberleriyle yardım ettikleri gerekçesiyle mahkûmiyet kararı verildi.
ardına gelen bu mahkûmiyet kararlarında gazete yazıları, haberleri “delil” sayılarak basın özgürlüğünü savunmak silahlı terör örgütüne yardım suçu sayıldı. İşin aslı “muhalif” basın olmak ve düzene uygun kabul edilmeyen eleştiri yorum ve haberleri delil sayan gazetecilerin ve muhalif basının bu nedenlerle cezalandırılabileceği bir suç ve ceza zihniyetine kapıları sonuna kadar açan yargı kararları ile “güven veren erişilebilir bir adalet” reformu yapılamaz.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi yok artık.
2019 Yargı Reformu Stratejisi’nde kuvvetler ayrılığı ilkesinin kuvvetler arasında iş bölümü ve iş birliği anlamına geldiği kabul edilerek Yargı, Yasama ve Yürütmenin iş birliği içerisinde hareketini zorunlu kılmakla birlikte “erkler arası dengenin sağlanmasında yargının önemli bir rolü bulunmaktadır”. Yargı, adaletin sağlanmasında sadece “denge” rolüne sahiptir, o kadar! Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi getirilmiş olması sayesinde kuvvetler ayrılığının “güçlendirilmiş” (YRS Sayfa 10 Bölüm 25) olduğu yaşanan gerçeklere aykırıdır.
sorun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanamamış olmasıdır. Çünkü Yargı; Anayasa, kanunlar, hukuk ve insan haklarını temel alarak Yürütme ve Yasama organının gücünü sınırlandırabilmelidir ve yargısal denetim gücünü kullanabilmelidir. Yargı; “eşitler arasında önde gelen” güçtür. Dolayısıyla Yasama ve Yürütme karşısında Yargıya gerçek bir üstünlük tanınmalıdır. Ancak günümüz yargısının ne böyle bir isteği vardır ne de halinden şikayetçidir. Yasama ve Yürütmenin arasındaki bu güçlerin Yargı ile olan ilişkilerinde dengeyi sağlama rolünü benimsemiş olarak halinden çok memnundur.
2017 Anayasa değişikliğine göre “Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir” ve Yargı Stratejisi Reformunda ifade edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi getirilmiş olmakla kuvvetler ayrılığı ilkesine göre yargının rolü kuvvetlenmiş olmuyor, aksine eşitler arasında en sonda geliyor.
Yargı, Yargı Reformu Stratejisine karşı direniyor. Neden? Reformlara karşı olduğunu kararlarıyla ortaya koyan Yargı ilişkilerde neden dengeyi bozuyor?
Yargı Reformu Stratejisinden önce 2012 yılında kabul edilen Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru hakkı yargıda son umut kapısı haline dönüştü. Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin ve Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla olağan kanun yolları tüketildikten sonra Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Yargıya olan güvenin yitirildiği kabul edilen istatistikler iç karartıcıdır. 23 Eylül 2012’den itibaren 23 Eylül 2019 tarihine kadar Anayasa mahkemesine 244 binin üzerinde Bireysel Başvuru yapılmış. 197 bin kadar başvuru sonuçlandırılmış ve halen 47 bin kadar derdest başvuru var. Anayasa Mahkemesi; temel hak ve özgürlükleri “yargı organlarının kararlarıyla” ihlal edilenlerin ilk başvuru mahkemesine dönüşmüştür.
İç hukukta olağan kanun yolları bir an önce “tüketmek”, Anayasa Mahkemesine gitmek, Anayasa Mahkemesine başvuru yolunu da tüketerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru seçeneğini kullanmak isteyenler çoğalıyor. Güvenilir yargı eriyor…
Kişi özgürlüğü hakkının ihlal edildiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ile bir kere daha ortaya çıkan tutuklu Osman Kavala’nın tahliyesine karar verilmesi talebi 24 Aralık 2019 tarihinde yapılan duruşmada Mahkeme tarafından reddedildi ve duruşma 28 Ocak 2020 tarihine ertelendi.
25 Aralık 2019’da “Yeni İnsan Hakları Eylem Planı” hazırlık süreci toplantısındaki açış konuşmasından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Osman Kavala'yla ilgili kararına yönelik bir soru üzerine Adalet Bakanı Gül, "Yürüyen bir soruşturmayla, kovuşturmayla ilgili benim bir yorum yapmam elbette doğru olmaz. Dolayısıyla Anayasa, Uluslararası sözleşmeler, her türlü mevzuat açıktır. Yargı da bağımsız ve tarafsızdır. Dolayısıyla yürüyen bir kovuşturmayla ilgili elbette süreci kendileri değerlendirecektir. Mahkemenin cuma günü çeviri ile ilgili bir talebi olmuştur. Çeviriler yapılmış ve derhal pazartesi günü itibarıyla mahkemeye ulaştırılmıştır. Onun ötesinde yargısal faaliyetler yargı mercilerinin kararıdır. Dolayısıyla bizim bu konuda bir söz söylememiz doğru olmaz." dedi.
Adalet Bakanı yargı bağımsız ve tarafsızdır, söz söylememiz doğru olmaz diyor.
Ama Adalet Bakanlığı AİHM nezdinde “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Hükümetini” temsil ediyor. O halde AİHM kararı hakkında söz söyleme hakkı vardır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında (İkinci Bölüm Kavala V. Türkiye Davası. Başvuru no. 28749/18. 10 Aralık 2019) “Davalı Devletin, Başvuru Sahibinin tutukluluk haline son vermek ve derhal tahliye edilmesini sağlamak için gerekli tüm önlemleri almasına bire karşı altı oyla, karar vermiştir” diyor.
Adalet Bakanlığı olarak, Hükümet olarak, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi olarak bu kararı AİHM Büyük Daire önüne götürecek misiniz? Açıklar mısınız?
2019 Yargı Reformu Stratejisi’nde kuvvetler ayrılığı prensibinin kuvvetler arasında iş bölümü ve iş birliği anlamına geldiği kabul edildiğine göre; Yürütme ve Yargı kişi özgürlüğü ihlalini derhal ortadan kaldırılmasını sağlamak için nasıl bir iş birliği yapacaktır acaba?
Hak ihlalinin ortadan kaldırılması için derhal tahliye kararı verilmesi gerektiğine karar veren ve bağlayıcı olan AİHM’si kararına Yargı hayır dedi. Anayasa Mahkemesinin gerekçesine dayanarak tutukluluk halinin devamına karar verdi. AİHM’ si mi AYM kararı mı?
Anayasanın 90. Maddesinde yer alan “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır” kuralı gereği acaba Yürütme (Davalı Devlet) Yargı ile iş birliği ve iş bölümü çerçevesinde denge mi sağlayacaktır, hak ve özgürlüklerden yana mı olacaktır?
Osman Kavala hakkındaki AİHM İkinci Daire kararının veriliş tarihten itibaren üç ay içinde Büyük Daire’de görülmesini isteme hakkı olduğuna göre Acaba Adalet Bakanlığı böyle bir talepte bulunacak mıdır?
Eğer Adalet Bakanlığı AİHM Daire kararının Büyük Daire’ye gönderilmesini istemediklerini beyan ederlerse karar kesinleşecektir.
Selahattin Demirtaş hakkında uygulanan suç ve ceza politikalarının gereği yapılmış böyle bir talepte bulunulmuştu. AİHM Büyük Daire önünde 18 Eylül 2019 tarihinde duruşması yapıldı.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, 25 Aralık 2019’da “Yeni İnsan Hakları Eylem Planı” hazırlık sürecinde Ankara’da yapılan toplantıda “Hiçbir gerekçe, hiçbir politika insan hakkının engellenmesine gerekçe olamaz. Hiç kimse ‘özgürlükleri yok etme’ özgürlüğüne sahip değildir” demişti. Tam da bu sözlerle ifade edilen hakların kötüye kullanılması yasağı ihlal edildiği için AİHM’si Türkiye’yi Selahattin Demirtaş kararından sonra Osman Kavala kararıyla Türkiye’yi ikinci kez oyçokluğuyla AİHS’nin 18. Maddesinin ihlalinden mahkûm etti.
2019 yılının sonunda ortaya çıkan sonuca göre güven veren erişilebilir bir adalet yoktur.
AİHM kararına göre Adalet Bakanlığı, Hükümet adına Başvuru Sahibinin tutukluluk haline son vermek ve derhal tahliye edilmesini sağlamak için gereken önlemleri alarak AİHM Büyük Daire’ye başvurmayacaklarını hemen açıklayacaklar mıdır?
Yoksa AİHM Büyük Daireye başvuracaklar mı?
Yoksa zaten hukukumuzda güven vermeyen bir adalete ve yargıya erişime gerek yok mudur?