Çağ değişti, insanlık öldü diyorlar. Dostluk, vefa, özveri türünden sözcüklerin içi boşalmış. Gerçekten böyle bir toplumda mı yaşıyoruz sorusuna olumluysa yanıt, işimiz bitik demektir. İnanası gelmiyor insanın. Oysa bizler yaşını başını almış eski mi eski  üç ahbap, dostluklarımızı çoktan çeşitli testlerden geçirerek gelmişiz bugünlere. Belli aralıklarla bir araya geliyor, rakı ya da şarap eşliğinde yemek yiyor, anılardan, günümüz gazeteciliğinden, hekimlikten, şiirden, aşktan konuşuyoruz. Şu yaşını başını almış adamlara bak hem içki içmekten, hem de konumlarına bakmaksızın aşktan söz etmekten utanmıyorlar diyen mütedeyyin okurlarımız olabilir elbet. Varsın desinler. Biz hep böyleydik. Tanrının bildiğini kuldan niye saklayalım ki...

Bir süredir keyifli toplantılarımızı düzenleyemiyoruz. Çünkü üçlünün bir ayağı eksik. Hasta dostumuzu ziyarette gittik. İncitici bir söz kaçmasın diye dudaklarımızdan pür dikkat ama neşeli takıldık birbirimize. Meyhane seçmek, yemek ısmarlamak sırası bana gelmişti. Süreyi kasten uzatmakla, yemeği ucuza getirmeye çalışmakla suçladılar şaka yollu. Gülüştük.  Kafamız hep bir noktaya takılı kalıyordu; dostumuzun sağlığına kavuşması, bir an önce aramızda olması dileğine. İzliyordum hasta yatağı dar geliyordu ona. İçin için bize de kızıyordu. Neden iki dostu alıp onu hastaneden çıkarmaya yanaşmıyordu...Doğaya çıkmak, yürümek ki uzun yürüyüşleri çok severdi, evine odasına, kitaplarına yazılarına dönmek isteği ile dopdoluydu. Değişmez ilkeleri vardı. İnandıklarından ödün vermeyen uzlaşmaz bir yanı da. İnsan odaklı yazdı hep. Ezilen kitlelerin, emekçilerin, küçük memurların yanında oldu. Onları okura tanıtmayı, yaşantılarındaki güçlükleri anlatmayı görev bildi. Duygu yüklüydü. Hassas, kolay kırılabilen bir kalbi vardı. Onu şimdilik yatağa çivileyen etkenin, görünür bilinir bir hastalık mı yoksa bir ruh kırıklığı mı olduğunu bilemedik. Bildiğimiz onun yaşama sevgisi, yaşama inadıdır. Bu zor dönemin de, öyle ya da böyle, ama mutlaka üstesinden gelecektir.    

Dostuma bir şiir armağan ederek bitirmeliyim yazıyı. İkimizin de şiirlerini, metinlerini sevdiği, dizelerini sık sık okurla paylaştığı bir şairdir  Turgut Uyar. 22 Ağustos 1985’de yitirdik. Onun ‘Yaza Gelmeden Yazda’ başlıklı aşk şiirini dostumun da anımsayacağını ve beğeneceğini düşündüm. Turgut Uyar’ı bir kez daha anmanın onu  mutlu  edeceğini de…

“yaza girmeden yazda ve ilkbaharda

suyun yattığı yatakta

kuşun çaldığı ıslıkta

elin sevgilim elin

caddede sokakta ve hatta sonbaharda

mayısta ekimde hele ilkbaharda

pazar günü salı günü ve cuma

dağlarda kıyılarda

nerde olursa orda sevgilim

savaşta ve barışta

savaşta ve barışta

denizde ve karada

her zaman yazılır aşk şiiri

çünkü aşk yazılgandır

ve her zaman ortada

pazar Perşembe cuma

ama elini tutunca

neden korkarım

bir su alır bedenimi götürür

mayısta ekimde hele sonbaharda

ey dünya kuşkusu gözleri maden sana

görkemli bir kente bakar gibi bakarım

bağışla