Fotoğraf: MA
1999 Marmara depreminden hemen sonra Nail Güreli ile deprem bölgelerini dolaşmaya çıkmıştık. Kocaeli’den başlayarak Sakarya, Karamürsel, Gölcük, Yalova’da içler acısı yıkımı görmek, konuştuğumuz meslektaşlardan bilgi almaktı amacımız. Birer iskambil kağıdı gibi yıkılan siteler içindeki binalar çok ama çok üzücü bir manzara yaratıyordu. Aradan geçen 24 yılda bu kez Güneydoğu bölgesinde 10 ilimizi kapsayan yine korkunç bir deprem felaketiyle karşı karşıyayız. O günden bugüne tedbir olarak hiçbir farklılık bulamıyorsunuz. Marmara depreminde de denetimsiz yapılan binalar yıkılmıştı. Şimdi de müteahhitlerin keyfine göre denetimsiz kotarılan yapılar yerle bir olmuştu. Binlerce insan öldü. Bugün 10. gün hâlâ enkazda canlı bulma olasılığıyla ekipler araştırmalarını sürdürüyorlar.
Ne yazık ki iş cinayetlerine, işçi ölümlerine alışık ülkemde iktidar kendi beceriksizliğini “kader”e bağlayıp aradan sıyrılmak istiyor. Ama bu kez yağma yok. Depremin vurduğu iller Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay, Osmaniye ve Adana engin Çukurova kültürünün de birer parçası. İlçeleri, köyleri de öyle. Bilim insanlarının yıllardır yaptığı uyarılar ülkeyi yönetenlerin hiç gündeminde olmadı. İllerdeki denetleme müdürlükleri birer göstermelik devlet bürosu olmaktan öteye gitmedi. Bu depremde gördük ki, AFAD da enkaz kaldırma çalışmalarını kontrol edebilecek ehil ekiplerden yoksundu.
İyi ki canını dişine takmış ülkenin her bölgesinden koşup gelen gönüllü yurttaşlarımız vardı. 70’i aşkın ülke yurt dışından insanımızın yardımına koştu. Bu arada iktidar ne yapıyordu derseniz onun da işi başından aşkındı. İktidar deprem bölgelerine kendisinden olmayanların girmesine izin vermemek, yardıma koşan yabancıların bir kısmını engellemekle meşguldü. Ayrıca iktidarın en başarılı! işi de sosyal medyada gerçekleştirdiği bant daraltma uygulamasıydı. Böylece Facebook’tan, Instagram’dan, Twitter’dan depremzedelerin yararlanmasını önlemek marifetini göstermiş oldular.
İktidar eleştirilmek istemiyordu. Ama ortaya iş koyan, çalışan, organizasyon yapan gruplar eleştirilir. Bu depremde hiçbir organizasyonunda başarı gösteremeyen, enkaz kaldırma çalışmalarında yok olan bir iktidarın nesini eleştireceksiniz ki… Şunu yapıyor iktidar. Acısını yüreğine gömmüş enkaz kaldırma ekipmanlarının eksikliğini eleştirenlere “Provokasyon yapıyorlar” diyor. Müslümanlıkta ölüler için okunan salaları enkazların altında canlı insanlar varken adeta moral bozmak için peş peşe okutuyor, bir yandan “birlik, beraberlik” diyor bir yandan muhalefetin deprem bölgesindeki çalışmalarına engel koymaya çalışıyor. Aslında yazılacak o kadar çok şey var ki. Bir haftadır yurttaşların çoğunluğu uyku uyuyamıyor. Yakınlarını, sevdiklerini yitirmenin acısıyla kavruluyorlar. Bu deprem acısına neden olan aymazlıkların nasıl ortadan kaldırılabileceğini düşünüyorlar. Kazanç hırsı için derme çatma binalara ruhsat verenlerin vicdanlarında küçük de olsa bir sızı var mıdır dersiniz. Betona kesmiş yapılarla donattıkları sağlıksız kentler kuran, ormanları yok eden, akarsu kaynaklarını kurutan bir anlayış ülke yönetiminde olduğu sürece bu afetler hep yakamızda olacak.
Bu zorlu günlerde iletişim sağlamak bakımından sosyal medyanın çok büyük yardımı olduğu yadsınamaz. Facebook gruplarında pek değerli uzman yazıları da yer aldı. Twitter ve Instagram’da da öyle. Gazeteciler yazılı ve görselde büyük bir çabayla çalıştılar. Elbette depremzedeleri sansürleyen üstleri olmasaydı daha nitelikli haberler alabileceğimiz kesindi.
Bu hafta depremden söz ettik. İçimiz zaten kararmışken okurları da büsbütün sıkıntıya sokmadan yazıya nokta koymak istiyorum. Daha öncede okurlarla paylaştığım Edip Cansever’in “Karşıtlık” şiirini birlikte okuyalım.
AÇIK konuşalım ayıp değil
Donumuz dizimize düştü
Bu iş fizikle mantıkla kapanmaz
Elalem yoksulluğumuzu gördü
Biri çıktı durumu açıkladı size
Siz de bir başkasına anlattınız
Şunları dediniz utanmak aklınızdan bile geçmedi
Herifler beyim düpedüz hürriyete aşeriyor
Ama bir düşünün hele bir iyice düşünün
Beni severseniz eve gidince de düşünün
Yoksulluk nerde donsuzluk nerde
Hele yoksulluk dediğin şurada dursun
Önce bir alışsınlar bakalım hürriyete
Hele bir kapasınlar açıklarını
Biraz olsun konuşmayı becersinler sonra
Bu laflar daha da uzayıp giderdi ya
Benim bir önsezim vardır
Şıp diye durduruverdim herifi
Be adam dedim senden hürriyeti soran kim
Donum yokluğuna yok ama
Ben de bal gibi hürriyeti severim
Sen de seversin öteki de sever
Yani ağaç sevmez mi fıstık çiçeği sevmez mi
Kumru sevmez mi hokkabaz kuşu sevmez mi hürriyeti
Bu tavuk yeşili ağaçBu camgöbeği nehir
Hürriyetle adama benzedi
Şu dağ çilekleri yaban elmaları
Basma çiçeğinden güzelse
Hürriyetle büyüdüğünden
Bana bak
Ben öyle kendine güveni olmayanlardan değilim
Bıkmışım artık uzunlu kısalı laflardan
Söz yok otur oturduğun yerde
Ben yoksulsam sen de yoksulsun
Ben insansam elbette beni seveceksin
Gücün savaşmak için yenilenmeyecek
Çekip gidecek o içimizdeki noksanlık
İşte beyler bu lafların sonunda
Topluma bir insan daha kazandırdık