Yılbaşı yaklaştığında UNICEF’in kartlarından almak alışkanlıklarımdan biridir. Günümüzde dijital teknolojinin önlenemez yükselişine karşın bu alışkanlığımı sürdürüyorum. Çocukların iç dünyalarını bir renk cümbüşü içinde yansıtan resimlerin baskılarına bakarken bir yandan sevinç duyar öte yandan hüzünlenirim. Dünyanın dört bir yanından yetenekli çocukların elinden çıkmış yaratıcılık ve yaşama sevinci içeren bu resimler hangi duyarlı insanı mutlu etmez ki. Öte yandan bu şansı yakalayamayan çocuk sayısını düşündüğünüzde de hüzünlenmemek elde değil. Şimdilerde kitabı kağıt baskıdan okumanın, mektup yazmanın, dostlarınızdan mektup almanın keyfi ve zarafeti yerini çoktan bilgisayarın, cep telefonu mesajlarına bıraktığı günleri yaşıyoruz. UNICEF kartlarını kim ne yapsın? Yaşadığımız coğrafyada acaba insanımızın kaçı bu kurumun dünyadaki yoksul ülkelerin çocuklarına eğitim, sağlık hizmeti götürdüğünün farkında; bir düşünün. Ya da bir başka deyişle toplumun ne kadarının çocuklara ilişkin böyle bir derdi var diye bir sorgulama yapın kafanızda. Düşünün çağımızda yerküredeki hemen her ülkede cehalet, din bağnazlığı, ucuz emek sömürüsü, savaşlar ve göçlerle daha bebek yaşlarında ölüme terk edilen, kaybedilen, cinsel tacize uğrayan, yoksulluktan yaratıcılığını sergileme şansı bulamayan kızlı erkekli çocukların yürek burkan durumu anamal düzenin insanlık ayıplarının başında yer alır...

Dünyayı bir yana bırakalım, içinde soluk alıp verdiğimiz kendi coğrafyamız çocuklarımız için giderek büyüyen bir tehlikenin cangılı olmaya başladı. Çocuk tacizlerinin arttığı, kirli savaşta çocukların kullanıldığı, aile içi şiddetin, okul içi şiddetin yaygınlaştığı bir ortamda yaşama uğraşı veriyor çocuklar. Küçük yaşta aile zoruyla evlendirilen kızların durumu büyük bir insanlık dramı. Kızların çocukluk heyecanları sevinçleri yok ediliyor, köreltiliyor. Çıkar için, iktidarın bir kesimine şirin görünmek için hukuku vicdanı ayak altına alan kimi hukukçuların, kız çocuklarına tecavüz eden sapıkları cezadan kurtarmak amacıyla çalışma yapmaları ise meslek adına da insanlık adına da bir utanç… Uruguay’lı Ünlü Yazar, Tarihçi ve Düşünür Eduardo Galeano, bir kabusa dönüşen dünyamızda çocukların durumuna dikkat çekerek şunları söylemişti.

“Çocukların çocuk olma hakları her geçen gün daha fazla reddediliyor. Dünya, zengin çocuklara para muamelesi yapıyor, paranın davrandığı gibi davransınlar diye. Dünya yoksul çocuklara çöp muamelesi yapıyor, çöpe dönüşsünler diye. Orta sınıftakileri, ne zengin ne de yoksul olanları televizyona bağlıyor; vakit henüz erkenken tutsak hayatını kader olarak bellesinler diye. Çocuk olmayı başaran çocuklar çok şanslı, çok büyülüler.”

İnsanları yönetmeye kalkışanlar, siyasete soyunanlar da çocukluklarını doyasıya sevme becerisini gösterebilme şansını yakalayamamışlar besbelli. Çocukluğun hayata ve doğaya dönük tutkularını, katıksız sevgi içeren saflıklarını anlamaktan ne kadar uzaklar. Eğer çocuk olmanın büyüsünü kavrayabilselerdi dünyayı yönetmek iddiasındaki büyükler; 21. yüzyıl kavganın, savaşın, kaosun değil, barışın, kardeşliğin, neşenin, sevincin yüzyılını müjdelerdi.

Şiirimizin doruklarından Çevirmen Behçet Necatigil için hüznün şairi tanımını yapmak doğru olur. Beşiktaş semtine, evlerine, insanına gönül vermiş, çocuk sorunsalı üzerinde kafa yormuş ve bu duygularını dizelerine de yansıtmıştı usta ozan. Behçet Necatigil’i saygıyla anarken, onun “Çocuklar” şiiri ile sonlayalım yazıyı.

“Çarşılarda bir şey
Biz pek aramazdık çocuklar olmasaydı.

Kasaplarda, manavlarda bazı yorgun kadınlar
Hep de tenha saatleri seçerler
Sonra yavaş bir sesle
Çocuk için hasta kaç gündür yemiyor
Biraz et biraz meyve isterler.

Sevdiği bir reçeli gün aşırı yalnız ona
Kaşıklarla beraber büyür bir üzüntü
Yağların, şekerlerin, çayların
Uykularda bile bitiyorsa
Annelere düşündürdüğü.

İnsanlara tezgâhlara kağıtlara kolaydı,
Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı.”