Chilling effect, caydırıcı etkidir. İnsanların kendi kendine uyguladığı sansürün diğer adıdır.
Chilling effect; bireyin gelecekte herhangi bir yaptırıma uğramamak için ifade özgürlüğü, görüş açıklama ve toplumsal tartışmalara katılma hakkını kullanmaktan kaçınmasıdır. Kısaca caydırıcı etki (chilling effect) yüzünden vazgeçtiği ama aslında hakkı olan meşru davranıştır. Bu caydırıcı etki “chilling effect”; başta gazetecilerde olmak üzere medya özgürlüğü üzerinde sıkça görülür. Bulaşıcıdır, herkes üzerinde görülebilen bir etkiye hemen dönüşebilir. Caydırıcıdır, kendi kendinize eyleminizden vazgeçersiniz. Bütün temel insan hakları üzerinde etkisi görülür. Oysa bireylerin toplumsal tartışmaya katılması ve ifade özgürlüğü temel insan hakkıdır ve demokratik hukuk devletinde meşrudur. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı esastır ama siyasal iktidarın caydırıcı etkisi altında tarafsızlığınızı ve bağımsızlığınızı yitirirsiniz. Gösterilere ve toplantılara katılmak hakkınızdır. Vazgeçersiniz.
İnternet ise özgürlükler alanıdır ve sosyal medya tartışma ortamıdır, öcü değildir!
Görüş açıklamak, yaymak, tartışmak ve tartışmaları yaymak meşrudur.
Toplum sosyal medyayı kullanıyor. Haberleşiyor, konuşuyor, dertleşiyor, derdini paylaşıyor!
İletişim kanalı “YouTube” sayesinde görüşlerini açıklayabiliyor. İnsanlar tek başına veya toplu olarak görüşlerini yayma hakkını kitle iletişim aracı vasıtasıyla kullanıyor.
8,08 milyar olan Dünya nüfusunun 5,04 milyar kişisi sosyal medyada ve İnternet kullanıcısı 5,35 milyarı buldu. Türkiye’de insanlar günlerinin toplam 6 saat 57 dakikasını İnternette, 2 saat 44 dakikasını sosyal medyada geçiriyor. YouTube 57,5 milyon kişi tarafından takip ediliyor ve Instagram kullanıcısı 57,1 milyon kişiye ulaşmış bulunuyor (30.06.2024 Anadolu Ajansı Haberi).
Giderek sıradan insanlar tıpkı bir gazeteci gibi görüşlerini açıklaması, olaylar ve olup bitenler hakkında yorum yapması aslında kişinin yaşadığı toplumda yerini alma isteğidir. İnsanların fikri var, görüşü var ve açıklıyor ve düşüncelerini paylaşıyor. İnsanlara kendini ifade edebileceği yer veriliyor; korkutmak istiyorsunuz. Sıradan kişiler, olağan ve hatta olağandışı yorum ve görüşleriyle var olmak istiyorlar. Vazgeçirmeye çalışıyorsunuz. Caydırmaya uğraşıyorsunuz. Aslında birkaç saniye bile olsa var olanlar ve temel insan haklarını kullananlardan çok korkuyorsunuz.
İnsanlar sosyal medyada kendine yer buluyor. Kızgınlar, öfkelenenler, eleştirenler, küfredenler kahkaha atanlar paylaşıldıkça çoğalıyor. Çoğaldıkça katlanamayanların korkuları artıyor.
Kendini ifade etmek suç mudur? Sosyal medya paylaşımları yasak mıdır?
Gazeteciler sokaklarda dolaşıyor. Sokakta sorular soruyor…Sıradan insanlar, sıradan olaylar hakkında görüşlerini uzatılan mikrofonlara anlatıyorlar. Halkımız kameraları ve mikrofonları seviyorlar!
Halkımız görüyor, işitiyor, duyuyor, yaşadıklarını paylaşıyor…Sesi, sözü ve bir diyeceği var!
Tek bir Dünyada, birçok ve rengarenk seslerle insanlar kendilerine yer buluyor.
Farklı görüşler, zıt fikirler, birçok içerik sosyal medyada paylaşılıyor. Eleştirilerinizi ve beğenilerinizi görüşlerini açıklayanlara ulaştırabilirsiniz. Sadece bir tık!
Basın görevini yapıyor...Sokak söyleşileriyle tartışma ortamı yaratıyor. Görüşleri çoğaltarak daha yaşanılır bir dünyanın kapılarını açıyor. Ortam yaratıyor. Daha güzel bir dünya, daha demokratik bir ülke demokratik için kamuoyunun bekçisi, halkın gözü kulağı olan gazetecilerdir. Basın özgürlüğü ve gazeteciler hukukla korunur.
Medya görevini yapmasın, görüşler açıklanmasın demek hukuk devletinin ayıbıdır.
Gazeteciler ve uzatılan mikrofona söylediği sözler nedeniyle görüşlerini sosyal medyada dile getiren insanlar yargılanmamalıdır. Medya kanalıyla siyasi eleştiri hakkı herkesindir.
Sosyal medyada bir kişinin görüş edinme ve edinilen görüşü yayma hakkı sadece bu hakkı kullanan kişinin ifade özgürlüğü değildir; herkesin ifade özgürlüğü demektir.
Sosyal medya öcü müdür?
Öcüler masallarda olur. Sosyal medyayı kim öcü yapmak istiyorsa; ifade özgürlüğünden ve medya kanalıyla siyasal tartışmadan ve eleştiri özgürlüğünden korkuyor, eleştirilere tahammül edemiyor demektir.
İzmir’de 12.08.2024 tarihinde bir sokak röportajında görüşlerini açıklayan D.Y hakkında Türk Ceza Kanunun 216 ıncı (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama) ve 299 uncu (Cumhurbaşkanına Hakaret) maddesine aykırılıktan dolayı açılan soruşturmada hakkında “tutuklama” kararı verildi.
Sonuç olarak ne denilmek isteniyor?
Sosyal medyada konuşursanız tutuklanabilirsiniz.
Sosyal medyada konuşursanız mahkemelik olur musunuz?
Tutuklanmak sosyal medyada görüş açıklayan ve eleştirenlerin kaderi midir?
Yargı korkutur mu? Açıklanan görüşlerden ve eleştirmekten korkmak mı gerekir?
Sokak röportajı nedeniyle verilen tutuklama kararı sadece bu davada yargılanacak tutuklanmış kişiyi mi ilgilendirir? Yoksa; eğer sosyal medyada “görüş” açıklarsanız, eleştirirseniz hakkınızda tutuklama kararı verilebilir ve hapse atılır mısınız?
YouTube’daki 57,5 milyon kişi potansiyel suçlu ve tutuklanacak kişiler midir?
Herkes başına gelecekler bakımından dikkatli olmalıdır.
İkaz bu mudur? Sokak röportajında konuşursanız tutuklanabilirsiniz demek midir; bir devletin yurttaşlarına böyle bir ikazı olabilir mi?
Bu ülkede ifade özgürlüğü hakkı bu mudur?
İzmir’de ortaya çıkan sokak röportajı üzerine böyle bir “tutuklama” kararı verilmesine hem İzmir Barosu hem İstanbul Barosu tepki gösterdi.
İstanbul Barosu; “Bir vatandaşın kişisel düşüncelerini Anayasal hak olan ifade özgürlüğü bağlamında ifade etmesinin tutuklama koruma tedbiriyle cezalandırılması hukuki değil siyasi bir yaklaşımdır. (…) Tutuklama günümüzde iktidar tarafından kendisine yönelik yapılan eleştirilerin önünü kesebilmek maksadıyla gözdağı politikasına dönüştürülmüş, bir yargısız infaz aracı haline getirilmiştir. Dilruba Y. olayı da maalesef bunun en açık örneğidir.”
Türkiye'de son zamanlarda her alanda yaşanan hukuksuzluklar olduğunu ve böyle bir tutuklamanın hukuka aykırı olduğunu belirten İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz; “Eğer bir ülkede hukukun üstünlüğünden bahsedemiyorsak, yargının bağımsızlığından bahsedemiyorsak, yargının tarafsızlığından bahsedemiyorsak, en küçük muhalif sese tahammül gösteremiyorsa, ya bu anlamda Türkiye'de demokrasi varlığından bahsedemeyeceğiz. (…) Eskiden biz kanun devleti değil, hukuk devleti olalım derdik. Çünkü kanunlar bazen çok sert uygulanabilir. Çok sert yasalar, düzenlemeler olabilir. Ama artık kanun devleti bile değiliz. Hiçbir kural tanımayan, hiçbir kurala uymayan, var olan kuralları da aklının düşündüğü, dilinin döndüğü şekliyle kendi hukuklarına uygun hale getirmek ve bunu hayata geçirmek için çabalayan bir siyasi iktidar var. Hukuk bugün toplumu dizayn etmek için kullanılıyor.” (Anka Haber Ajansı 14.08.2024).
Toplum, caydırıcı etkiyle (chilling effect) korkutularak, caydırılarak, vazgeçirilerek susturulursa; sosyal medya ifade özgürlüğünün öcüsü müdür?
Kamuoyunu aydınlatmak isteyen gazetecilerden örnek vererek başlayalım ve Romanya ile ilgili bir AİHM kararından bahsedelim…
AİHM, Cumpane ve MazarelRomanya (B. No: 33348/96, 17/12/2004, §§ 114-119) davasında bir basın suçundan dolayı gazeteciye hapis cezası verilmesinin ifade özgürlüğünün ihlali saydı. Gazetecilerin hapsedilmesi ifade özgürlüğüyle ancak istisnai hâllerde bağdaşabileceğini kabul etti. Bu hâllerin başında da -nefret söylemi ya da şiddete tahrik hâlleri gibi- başka temel hakların ciddi biçimde zarar görmüş olduğu durumların geldiğini karara bağladı. AİHM’e göre “klasik hakaret davalarında” hapis cezası verilmesi doğası itibarıyla kaçınılmaz olarak “caydırıcı bir etki” (chilling effect) yaratmaktadır. AİHM’e göre yaptırım korkusundan kaynaklanan caydırıcı etkinin, gazetecilerin ifade özgürlüğü alanındaki faaliyetleri üzerindeki etkisi açıktır. Bu sebeple AİHM, başvurucuların ifade özgürlüğü hakkına yönelik müdahale haklı gerekçelere dayanıyor olsa bile Romanya mahkemeleri tarafından başvurucular hakkında hükmedilen cezai yaptırımın ve gazetecilikten bir yıl süreyle men cezasının niteliği ve ağırlığı bakımından güdülen meşru amaçla orantısız olduğuna kanaat getirmiş; bu nedenle de Sözleşme’nin 10. maddesine yönelik bir ihlal tespitinde bulunmuştur.
Gazeteci yazar Erbil Tuşalp hakkında iki ayrı Mahkeme tarafından Başbakan’a (R.T.E) tazminat ödemesine karar verilmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire) 21 Şubat 2012 tarihli Tuşalp/Türkiye Davası (Başvuru numaraları. 32131/08 ve 41617/08) kararında ifade özgürlüğünün (Madde 10) ihlal edildiğine karar verirdi. AİHM 2. Daire kararında; “47. (AİHM) Bu bağlamda, Mahkeme, asliye hukuk mahkemelerinin yapmış olduğu gibi, iki makalede kullanılan dil ve ifadelerin, özellikle de asliye hukuk mahkemesinin kararında altı çizilenlerin, provokatif ve kaba olduğu ve belli ifadelerin meşru şekilde saldırgan diye sınıflandırılabileceği varsayılsa bile, bu ifadelerin, başvuru sahibinin yerel mahkemelere sunduğu alıntıların da gösterdiği gibi, halkın hâlihazırda bildiği bazı gerçekler, olaylar ve gelişmeler ile ilgili değer yargıları olduğuna kanaat getirir. Dolayısıyla da bu ifadeler, yeterli bir gerçek zemine dayanmaktadırlar.”
AİHM’si ifade tarzı bakımından ise, yazarın kendi siyasi görüş ve algıları ile renklendirdiği katı eleştirilerini hicivli bir stilde aktarmayı tercih ettiğini gözlemiştir. Mahkeme için, iletişimin bir parçası olarak (üslup) stil, bir ifade şeklidir ve ifadenin içeriği ile koruma altındadır.
İnsanların sosyal medyada kaba veya kırıcı, sert veya hiç hoşa gitmeyen sözlerle eleştirilerde bulunması nedeniyle söz söyleyenin üslubu ve tarzı onun ifade özgürlüğüdür.
Ayrıca AİHM’si yerel mahkemelerin verdiği tazminat bedellerinin yüksekliği nedeniyle diğer haberler ve eleştiriler bakımından caydırıcı bir etkiye sahip olduğuna dair şöyle bir sonuca varmıştır: “50. (…)Her durumda, Mahkeme, başvuru sahibinin, yayıncı şirket ile birlikte çarptırılmış olduğu tazminat cezasının miktarının kayda değer olduğuna dikkat çeker ve bu gibi miktarların, başkalarını, kamu görevlilerini eleştirmekten caydırabileceğinin ve bilgi ve fikirlerin serbest dolaşımını kısıtlayabileceğinin altını çizer (bkz Cihan Öztürk/Türkiye, no. 17095/03, § 33, 9 Haziran 2009). Başvuru sahibinin ifade özgürlüğü haklarını kullanmasına müdahale, demokratik bir toplumda, başkalarının itibar ve haklarını korumak için gerekli görülemez.”
Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm tarafından verilen 23.01.2014 tarihli 2013/2602 B. Başvuru nolu Emin Aydın kararında aynı hususa değinilmiştir. Gazetecinin hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılması tüm basını ilgilendirmekte ve basın üzerinde caydırıcı etki yapmaktadır. Karara göre; “79. Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarına ilişkin olarak hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmesi halinde bunun tüm basın üzerinde baskı kurabileceği ve kamuoyunu ilgilendiren konuların tartışılmasından gazetecileri caydırabileceği, böylece bir otosansür kurumuna dönüşebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle demokratik bir toplumda şiddet çağrısı veya nefret söylemi gibi çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan ifadeler söz konusu olmadıkça hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmekten kaçınılması gerekir.”
Bir diğer Anayasa Mahkemesi kararına göre açılan davalar ve/veya davalar yüzünden sadece davaya muhatap olan kişinin (başvurucunun) mağduriyeti ve ifade özgürlüğü hakkının ihlali değil; verilen hak ihlaline neden olan bu tür kararların toplum üzerindeki etkileri dikkate alınmalıdır. Öz itibariyle toplum üzerinde “caydırıcı etki” (Chilling effect) yaratılmamalıdır.
Anayasa Mahkemesi bir kararında bu durum şöyle açıklanmaktadır:
“70. Son olarak, Anayasa Mahkemesinin görevi mevcut başvuruya benzer davalarda derece mahkemelerince uygulanacak içtihadı belirlemek değildir. Buna karşın başvurucunun referandumda evet oyu kullananlara yönelik olarak dile getirdiği sözler nedeniyle aleyhine onlarca tazminat davası açıldığını belirtmek gerekir. Somut başvuruda, başvurucunun beş kez kınanmasına karar verilmiştir. Bu tür yaptırımların kamusal tartışmayı zorlaştırma ve bireyleri caydırma etkisi bulunduğu belirtilmelidir. Kamusal tartışmalara katılan bireylerin hafif bile olsa yaptırıma maruz kalma endişesi taşımaları onlar üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurur.
71. Ayrıca, mağdurun belirlenmesinin oldukça güç olduğu bu gibi sınır alanlarında belirli bir toplumsal kesime yönelik düşünce açıklamalarından dolayı o toplumsal kesimde bulunanların tamamının açtıkları davaların kabul edilmesinin de ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etkisi olacaktır. Kişilerin böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski bulunmaktadır.” (AYM Tansel Çölaşan 7.7.2015 tarih 2014/6128 B. Başvuru No)
Kamuoyunun gözü kulağı olan gazetecilere hapis cezası vermek onlar üzerinde caydırıcı etki (chilling effect) yaratmaktır. Haber yapacaksa vazgeçebilir, yapmaktan cayabilir. Kendini oto sansüre tabi tutar ve haberini kendi kendine sansürleyebilir. Haberi yazmaz, yayınlamaz ve haber vermekten vazgeçebilir.
Yaptırım korkusu gazeteciler üzerinde nasıl etki yaratıyorsa; sosyal medyada görüş açıklayan kişinin “tutuklanması” herkes üzerinde etki yaratır ve “chilling effect” sayılır.
Anayasa Mahkemesinin Genel Kurul kararına göre “tutuklamanın” gazeteciler üzerinde yaratacağı caydırıcı etki (chilling effect) şöyle açıklanmıştır:
“99. Öte yandan demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük değerlendirmesi yapılırken ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerin başvurucular ve genel olarak basın üzerindeki muhtemel “caydırıcı etkisi” de dikkate alınmalıdır (Ergün Poyraz (2), § 79; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Nedim Şener/Türkiye, § 122; Şık/Türkiye, § 111). Başvuru konusu olayda tutuklama gerekçelerinde, yayımlanan haberler dışında herhangi bir somut olgu ortaya konulmadan ve tutuklamanın gerekliliğine ilişkin gerekçeler belirtilmeden başvurucuların tutuklanmış olmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır.” (AYM Genel Kurul Can Dündar Erdem Gül 25.02.2016 tarih 2015/18567 Bireysel Başvuru No)
Sokak röportajını yapan gazeteci, sokak röportajında konuşan kişiler dahil olmak üzere ve onların dışında herkes; dinleyenler, izleyenler, takip edenler için risk her zaman var olacaktır ve somut olayda “tutuklama” ile ortaya çıkan sonuç chilling effect demektir.
Başka bir tanımla; herkes risk altında demektir. Herkes endişe içine sürüklenecektir. Devlet yetkilileri düzeni sağlamaktan ve güvenlik endişesi ile önlem almaktan bahsedecektir. Artık güvenlik vardır, özgürlük yoktur. Artık örgütlenme özgürlüğü, adil yargılanma, kişi temel hak ve özgürlüklerinin tümü dahil olmak üzere, yaptırım ve cezalandırma korkusu toplumu sarmış demektir. Suskunluk ve itaat beklenmekte ve görüş açıklama yasaklanmaktadır.
Dolayısıyla artık tutuklanan kişi mağdur edilmiştir ama ortaya çıkan sonuçlar ve bu tür olaylar, insan üzerinde caydırıcı bir etkiye sahiptir ve doğrudan doğruya demokratik toplum düzeni ve hukuk devletini zayıflatmaktadır.
Hani “insanı yaşat ki devlet yaşasın” diyorlar ya, değiştiriverin; “insanı korkut ki” deyiverin!
Artık kim ve ne yaşayacaksa?