İstanbul’da doğup büyüdüğüm için hep şanslı saydım kendimi. Aradan geçen yılların ardından belleğime kazınan o görkemli, güzel kenti tanımakta zorlanıyorum. Sokaklarında, caddelerinde dolaşırken, yanımdan geçenlerin konuştukları Türkçeyi anlamakta güçlük çekiyorum. Kenti saran gürültü kirliliğinden, trafiğin kabadayısı değnekçilerden, kentin her bir köşesini inşaat alanı haline getiren dozerlerden kurtulabilmek için sessiz mekanlara sığınabilmenin çarelerini arıyorum. Bu da pek kolay olmuyor. Tarihi yapılarına, ağaçlı alanlarına, denizine, kültürüne reva görülen tahribata ise değinmek bile istemiyorum. Eski İstanbul’u özlüyorum. Caddelerinde boy gösteren at kestanesi, çınar, ıhlamur ağaçlarını arıyorum. Sevgiyle harmanlanan komşuluğu, giyim kuşam zarafetini, alçak gönüllü, yardımsever insanlarını, mahallemdeki Bakkal Foti’yi, Bulgar sütçüyü, “Ben Eğin’in eysindenim” diye müşterilerini güldüren kasabımızı nasıl da özlüyorum. Hiç adetim değilken beni böylesine geçmişe götüren, hüzünlendiren nedeni düşündüm sonra. Gece boyu elimden düşürmediğim, bugünlerde yeniden okumaya başladığım bir kitap olabilir miydi? Ah Burhan Arpad Hocam “Bir İstanbul Var idi”  (Doğan Yayınları) koymuştun kitabın adını. Daha o zamanlarda umudunu yitirmişsin çok sevdiğin İstanbul’dan. Şimdi artık İstanbul yok. Yerine bir mega kent var.

Burhan Arpad gazeteciydi, öykü ve deneme yazarıydı, usta bir çevirmendi. Bir İstanbul sevdalısıydı. Tanışmamızı anımsıyorum. TRT Kitaplığında görev aldığım 1967-68 yılları  olmalı.  Bir kitabı incelemek için gelmişti. Zarif bir İstanbul beyefendisiydi. Çeşitli konular üzerinde elbette daha çok edebiyat üzerine konuştuk. Çevirdiği Dimitri Dimov’un tütün emekçilerini anlatan kitabını sevdiğimi söyledim. Gülümsedi. Bir sonraki gelişinde adıma imzaladığı iki ciltlik “Tütün” ciltlerini masama bıraktı. Mutluluğumu belirten sözcükler güçlükle döküldü ağzımdan. Sevinmiş, gençlik heyecanı ile biraz da utanmıştım. Burhan Arpad sonraları hep izlediğim yazarlardan biri oldu. İstanbul yazılarını, eleştirilerini özenle takip ettim. Geleceğin İstanbulu için kaleme aldığı eleştirileri, öngörüleri  günümüzde bir gerçek olarak çıktı karşımıza. O görevini yapmış yetkilileri, İstanbul halkını uyarmaya çalışmıştı. Ama kötü yönetimler, kazanç hırsları, kültürsüzlük, cahülat yiyip bitirdi güzelim kenti. Bizim kuşaksa Arpad’ın çevirilerini, kokmayan duru, akıcı dilini sevdi. Onun İkinci Dünya Savaşı sonrası devrimci yazarların yapıtlarından çevirdiği savaş karşıtı yazılarından çok şey öğrendi.

Stefan Zweig, Thomas Mann, Anna Seghers, Erich Maria Remarque gibi yazarları onunla tanıdı. Burhan Arpad şöyle diyor bir yazısında… “Çevireceğim romanları rastgele değil belirli bir açıdan değerlendirdim. Çevireceğim yazarla kendi yazar ve düşünürlüğüm arasında, yakınlıklar, yakınlaşmalar ve benimsemeler aradım.” Gerçekten onun çevirdiği yazarların, ortak özellikleri vardır. Faşizme başkaldırmış, militarizme karşı durmuş, insana, insan sevgisine odaklı yazarlardır tümü de... Burhan Arpad bir yazardı, gazeteciydi ve önemli bir kültür adamıydı. Bu özelliklerini ölene dek korudu. Oğlu Ahmet Arpad onun Cumhuriyet gazetesindeki yazılarından İstanbul’u anlatan ve her biri bir öykü sıcaklığındaki yazılarını derlemiş: “Bir İstanbul Var idi.” Bu güzel kente gönül verenlerin, yaşamlarını bu olağanüstü şehirde geçirme şansına erişenlerin ve eski İstanbul’u özleyenlerin ellerinden bırakamayacakları türden bir kitap olmuş. Kimi zaman keyifle, kimi zaman buruk bir tatla okunuyor, bilgilendiriyor, belleğimizi tazeliyor.

Burhan Arpad yazılarında yalnızca İstanbul’un güzelliklerini göz önüne sermiyor, kültür adamlarını, sanatçıları, tiyatroları ve de giderek anılara gömülmekte olan eski Babıâli’yi de anlatıyor. 1987’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Babıâli başlıklı yazısında zamanın anakent belediye başkanını, gazete basımevlerini kent dışına taşıyarak bir düşün merkezini yok etmeye çalışmakla suçluyor. Bu yazıdan alıntılar yapmak istiyorum:

“....Babıâli’nin İstanbul, hatta Türkiye bütününde çok özel bir yeri vardır,

Divanyolu-Cağaloğlu-Sirkeci arasında oluşmuş Babıâli, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Cumhuriyet’in dörtte bir yüzyılında ülkenin politika yaşamını yönlendiren bir düşün merkezi olagelmiş… Türk basınının Divanyolu ve Cağaloğlu arasında yerleşmesi, ülke yönetim merkezine yakın olabilme isteğinden ötürüdür. Gazete çalışanları Babıâli de sık sık karşılaşır, kahvelerde, sonraları da Gazeteciler Cemiyetinde söyleşir, tartışır, düşünce alışverişi yaparlardı. Caddenin bir bölümünde kurulu kitabevleri ve yayınevleri de Babıâli’nin düşünce yapısını beslemiştir... Sultanahmet-Divanyolu arasındaki irili ufaklı konutların işyerine dönüştürülmesine seyirci kalmış bir belediye eski günahlarını silmek gerekçesiyle kimi girişimler yaparken, ülke düşünce merkezini oluşturan basının, kılına dokunmamalıdır.”

Elbette ne zamanın anakent belediye başkanı, ne kendilerine besleme bir medya yaratmayı düşünen siyasiler ne de kimi gazete patronları bu uyarıları dikkate aldı. Günümüzde gelinen nokta ise ortada. Görkemli plazalar, modern teknoloji  gazeteleri okunur kılmadı. Güven yitiren, iktidarların  sözcülüğüne soyunan gazeteler hızla tiraj kaybetti. Basın sektöründeki bu çöküş basın emekçilerinin çığ gibi büyüyen işsizlik sorununu yarattı.

Bakın hep emekten yana olmuş bir meslek ustasını anımsamak için kaleme alınan bir yazı  bizi nerelere götürdü. Burhan Arpad’ı okuyun, özellikle gençlere okutun. İstanbul’u anlamak, İstanbul’un sanat köşelerini, sanatçılarını kente renk katan mimarisini anlamak, İstanbul’dan neden vazgeçemediğimizin anlaşılması için ...

Burhan Arpad daha yaşanası bir dünya umuduyla ömür boyu yanlışlarla, yolsuzluklarla mücadele etti. Emekten yana ilkeli, tutarlı tavrından hiç ödün vermedi. Şu sözler onun:

“...Zaman geçiyor. Kişiler ve kişilerin ölümlü yanlarıyla. Ne var ki arkada bir şeyler kalıyor. İzler... Arkada bırakılmış yılları bir arada düşündükçe, hüzün sevinç karışımı bir şeyler anımsıyor muyuz?

Arkada bıraktığımız yıllarla hesaplaşınca, ağır basan sevindiriyor mu, üzüyor mu?

Önemli olan bu. Pablo Neruda’nın sözlerini kullanarak “Gönlümce yaşadım!” diyebilirim. Her şeye karşın.”