Tuhaf bir tesadüf…

 

Tesadüfen ortaya çıkan bir haber midir yoksa haberin kendisi hayatın bir tesadüfü müdür?  

 

Gözüme çarpan dokuz yıl öncesine ait eski haber sıradan bir haber gibi gelebilir. 17 Eylül 2003 tarihli BİA Haber Merkezinin “12 Eylül Değil, Kitabı Yargılanıyor” başlıklı haberin devamı şöyle: 

 

“Belge Yayınları'nca yayımlanan "12 Eylül Rejimi Yargılanıyor" kitabından yayıncı Ragıp Zarakolu'na "düşmanlığa tahrik" iddiasıyla dava açıldı. Asan'ın "Pontos Kültürü" kitabı ise "bölücülük"ten beraat etti. Deniz Zarakolu da konuşmasından beraat etti. 

 

(…) Belge Yayınevi editörü Ragıp Zarakolu'ya, 12 Eylül'ün 23. yıldönümünde, "12 Eylül Rejimi Yargılanıyor" adlı kitabın yayımlanması nedeniyle, İstanbul 3. (Nolu) Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce (DGM) dava açıldı. Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 312. maddesinin 2. bendini ihlal ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılan Ragıp Zarakolu, 24 Eylül'de Beşiktaş 3 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM), sabah saat 9.00'da, hâkim karşısına çıkacak.

 

(…) Belge Yayınları'ndan yapılan açıklamada, "Suçlanan ve yargılananlar, darbeciler olmalı, onların insanlığa karşı işlediği suçları kamuoyuna açıklayanlar değil" denildi.

(…) Editör Deniz Zarakolu ise, 28 Ocak 2002'de yaşamını yitiren Belge Yayınları kurucusu Ayşe Nur Zarakolu'nun cenaze törenindeki konuşması nedeniyle yargılandığı davadan beraat etti.”

9 yıl önceki bu haberden sonra, 19 yıl önceki bir yazı…


Prof. Dr. Lütfi Duran 1993 yılı Eylül ayında kaleme aldığı ondokuz yıl önceki “Türkiye Avrupa Hukukuna Uyum Sağlayabilir mi?” başlıklı yazısının bir bölümünde şöyle yazmıştı:  

 

“12 Mart 1971 askeri müdahalesi ve 12 Eylül 1980 hükümet darbesi, doğa ve hedeflerine uygun olarak, hukuk düzenini demokratikleşme değil, daha da baskıcı ve faşist bir sisteme dönüştürmüştür. (...)

 

Ayrıca siyasi partiler, muhalefetten iktidara geçtiklerinde tutum ve davranışlarını kolayca değiştirebilmekte ve daha önce seçmenlere yaptıkları vaatleriyle program ve bildirgelerindeki taahhütlerini unutup ihmal etmekte; sistemin sağladığı kolaylık ve rahatlığı benimsemekte ve kullanmaktadırlar. Böylece 12 Eylül rejimi ile 1982 Anayasası daha uzun süre Türkiye’de siyasal ve kamusal yaşama egemen olacağa benzemektedir”

 

Sayın Hocamın bu tespitini sürekli tekrarlamaktan bıkmadım. Yazdığı gibi, 12 Eylül 1980 ve askeri darbeler, “hukuk düzenini” demokratikleşme değil, daha da baskıcı ve faşist bir sisteme dönüştürmüştür. Siyasal iktidarlar bu hukuk sistemini benimsemiş ve alabildiğine yararlanmıştır.

 

Ama günümüz koşullarında laik, demokratik hukuk devleti ilkelerinin korunması için hukuk düzenini “daha da baskıcı ve faşist sisteme dönüştürenlerden” bir an önce kurtulmanın zamanıdır. Hatta zamanı geldi de geçiyor bile…

 

Haberlere göre, iki general hakkında açılan ceza davasında “12 Eylül” yargılanıyor…

 

Buna karşılık demokrasi adına yaratılan özel görevli ağır ceza mahkemelerini, süren davaları ve yıllardır tutuklu olanları, özel yetkili savcılıkları, soruşturmaları ve gönümüz hukuk sistemini yeniden sorgulamalıyım.

 

Kimler yargılanıyor, neden suçlanıyor? Hangi hukuk sistemi sürüyor?

 

Şimdi dostum Ragıp Zarakolu’nun “12 Eylül Rejimi Yargılanıyor” adlı kitap yüzünden açılan dava nedeniyle "Suçlanan ve yargılananlar, darbeciler olmalı, onların insanlığa karşı işlediği suçları kamuoyuna açıklayanlar değil" sözlerini hatırlıyorum.

 

Ne tuhaftır ki Ragıp Zarakolu ve oğlu Deniz Zarakolu, KCK davasından dolayı tutuklandılar, cezaevindeler ve yargılanmak için sıra bekliyorlar…

 

Bir yanda 12 Eylül “yargılanıyor”, ama diğer yanda 12 Eylül hukuk düzeni sürüyor. Yargılamayı küçümsediğimden değil; aksine çok ciddiye aldığımdandır bu söylemim.

 

Demokratikleştirdikleri iddiasıyla reva gördükleri bu hukuk düzeninde payımıza düşen;  cezaevine atılmak, neyle olursa olsun suçlanmak ve yargılanmak!

 

Üstelik ileri demokrasi düzeninin bu hukuk sisteminde suçlanan, bütün hayatımız ve sadece fikriyatımız