Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan Türkiye 2010 İlerleme Raporu Avrupa Parlamentosu’na ve Avrupa Konseyine sunuldu (Brüksel, 09 Kasım 2010). Bu Rapor, 2009 yılının Ekim ayının başından 2010 yılının Ekim ayına kadar olan dönemi kapsıyor. 

 

Bazı satır başları önümüzdeki yılların ve özellikle 2011’in ne kadar önemli olduğunu gösteriyor…

 

Raporun “Siyasi Kriterler” bölümünde, “demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıklara saygıyı ve azınlıkların korunmasını güvence altına alan kurumlarda istikrarın sağlanmasını gerektiren” Kopenhag Siyasi Kriterleri bakımından Türkiye’nin içinde bulunduğu durum sorgulanmış. 

 

Anayasa reform paketi, Hükümetin özellikle Kürt meselesini ele alan demokratik açılımı ve darbe planı iddiaları hakkında genişletilen soruşturmalar bu başlık altında değerlendirilmiş.

 

Raporda, Türkiye’ye “başlıca siyasi partiler ile Hükümet arasında diyalog ve uzlaşı ruhu eksikliğinin ve başlıca siyasi kurumlar arasındaki gergin ilişkilerin damgasını vurduğu kutuplaşmış bir siyasi ortam hâkim olmuştur” deniliyor.

 

Ergenekon, Kafes,  İrtica ile Mücadele Eylem Planı hakkındaki soruşturmalar ve davalar…

 

Anayasa Mahkemesinin Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılması kararı…

 

Demokrasi ve hukukun üstünlüğü kriterlerinde Rapora göre; “Sonuç olarak, suç örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon adlı oluşuma ilişkin soruşturma ve birçok başka darbe planının araştırılması, demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için bir fırsat olmayı sürdürmektedir. Ancak, tüm sanıklar için yargı güvenceleri konusunda endişeler mevcuttur. Türkiye’nin halen siyasi partilerin kapatılması konusundaki usul ve dayanaklara ilişkin mevzuatını Avrupa standartlarına uygun hale getirmesi gerekmektedir.”

 

Raporun “Yargı Alanı” bölümünde Hrant Dink cinayeti ve davası hakkındaki tespit…

 

“Kamuoyu tarafından bilinen bazı davalardaki soruşturmalar endişe yaratmaya devam etmektedir. Bu durum, polis ve jandarmanın çalışmalarının geliştirmesi ihtiyacının yanı sıra,

Polis ve jandarma ile yargı arasındaki çalışma ilişkilerinin geliştirilmesi ihtiyacına da işaret

etmektedir. AİHM’nin Dink davasına ilişkin 14 Eylül 2010 tarihli Daire kararı, Türk

makamlarının Sayın Dink’in suikastını önlemede makul ölçüler çerçevesinde kendilerinden

beklenebilecek her şeyi yerine getirmemiş olduklarını ve Dink’in hayatının korunması

konusundaki başarısızlığa ilişkin etkin bir soruşturma sürdürülmediğini değerlendirmiştir.

Dolayısıyla, 2. Madde’nin (yaşama hakkı) ihlali söz konusudur. Buna ilaveten, Mahkeme 10.

Madde (ifade özgürlüğü) ve 2. Madde’yle bağlantı olarak 13. Madde’nin (etkili başvuru

hakkı) ihlal edildiğini tespit etmiştir. Türkiye, Daire kararını temyiz etmeyeceğini bildirmiştir”.

 

2010 İlerleme Raporuna göre, “Sonuç olarak, açık ve serbest tartışma sürmüş ve genişlemiştir. Bununla birlikte, gazetecilere karşı açılan yüksek sayıdaki hukuki dava ile medya üzerindeki yersiz baskı basın özgürlüğünü uygulamada zayıflatmaktadır. Türk hukuku, AİHS ve AİHM içtihadına uygun şekilde ifade özgürlüğünü yeterli ölçüde güvence altına almamaktadır. İnternet sitelerinin sıklıkla yasaklanması endişe sebebidir”. Türkiye açısından “ifade özgürlüğü”nde başa döndü ve Rapor  “çıkmaz sokak” adresini gösteriyor.

 

Rapora göre, “Kürt meselesi, azınlık hakları, Ermeni meselesi ve ordunun rolü gibi hassas addedilen konularda giderek daha açık ve serbest hale gelen tartışmalar medya ve toplumda geniş ölçekte sürmüştür”. Tam tersine “Kürt meselesi” hakkında yazı yazmak, Ermeni meselesini ve hatta bazen ordu hakkında yazı yazmak, Türkiye için en yakıcı sorunlardan birisi olmaya devam etmektedir. Değerli bir Hükümet yetkilisinin 10 Mayıs 2010 tarihinde Birleşmiş Milletlerde açıkladı. Raporda yazılı Kürt meselesi hakkında yazı yazmak, çoğunlukla ve genellikle Terörle Mücadele Kanununa muhalefet olarak görülmekte, terör örgütü propagandası sayılmakta ve yazan kendisini özel yetkili ağır ceza mahkemesinin önünde bulmaktadır. Çünkü Türkiye’de “sadece” terör örgütü propagandası için dava açılmaktadır! İnanırsan, durum buymuş…İşte size çok yakın bir örnek İsmail Beşikçi hakkında terör örgütünün propagandasını yaptığı iddiasıyla açılan ceza davası…

 

Türkiye, güvenlik nedeniyle, terörün önlenmesi “bahanesiyle” özgürlüklerinden vazgeçen ve yakında bu vazgeçmeleri yüzünden özgürlüklerini, özellikle ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü feda edecek bir ülkedir. Demokratik Açılım’ı başarı ve Hükümetin Kürt meselesindeki duyarlılığı olarak görenlere içinde bulunduğumuz bu durumun uyarı olmasını dileyerek bu çelişkinin altını çiziyorum… Güvenlik bahanesiyle özgürlüklerinden vazgeçenler, bir gün gelir vazgeçecek özgürlüklerinin bile kalmadığını görürler…

 

Avrupa Komisyonu Hükümetin TCK 301 konusunda verdiği istatistikleri çok seviyor. Rapor’a göre “2008 yılının Mayıs ayında değiştirilmesinin ardından, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesine dayanılarak açılan birkaç dava bulunmaktadır.” Bu cümleden sonra gelen tam tersi bir saptama ise Raporda şöyle yazılı: “ Öte yandan, halen AİHM’ye Türkiye tarafından ifade özgürlüğünün ihlaline ilişkin olarak çok sayıda başvuru yapılmaktadır”. Avrupa Komisyonun kafası biraz karışmış anlaşılan Çünkü AİHM’sine yapılan başvuru sayısı bir hayli fazla ise, Adalet Bakanı tarafından sadece TCK 301 için dava açılması hakkında verilen izin sayısının azlığının bir kıymeti yoktur. Hükümetten bir Bakan’ın yargıya dava açma izni vermesi, bir nevi müdahalesi yargı bağımsızlığına aykırıdır. İzin vermedikleri değil, TCK 301’inci maddeye aykırı olduğu için yargılansın diye “izin verdikleri” yazıların hangileri olduğunu ve onların içeriklerini tartışalım…

 

Özellikle 2010 yılında liberallerin, en liberal söylemleriyle demokratik ortamın sağlandığı, herkesin ifade özgürlüğünü rahat rahat kullandığı bir döneme geçildiği söylemlerinin tam ortasında ihlale uğramış bir “basın özgürlüğü” duruyor… Ne yapmalıyız? Elden giden halkın bilgi edinme ve gerçekleri öğrenme hakkıdır.

 

İfade özgürlüğü ihlallerinin hesabı sorulduğunda, basın özgürlüğünü kısıtlamakta kendilerini “haklı” görmelerinin gerekçelerini aldıkları oy karşılığı ile açıklayan siyasetçilerin haklı görüldüğü ve gazetecilere “savaş” açan zihniyetin hakim olduğu bir iklimde; hükümet ve onun adamları tarafından çizilen ifade özgürlüğü sınırlarına itiraz edilmeyen ve bu sınırlardan bir milim bile çıkılmadan savunuluyormuş gibi yapılan basın özgürlüğünün halleri per perişan