Barış, ne yandan bakarsanız bakın talihsiz bir sözcük. Devlet katında sevilmez. Tehlike işareti olarak algılanır. Kendilerini vatansever hatta vatanın sahibi belleyen politikacılar da özenle uzak dururlar bu sözcükten. Silah üreticileri ise barıştan, sevmek şöyle dursun nefret ederler. Barış da neymiş! Savaşlar sürmeli ki daha gelişmiş teknoloji ile donanmış silaha gereksinim olsun. Silah sanayi geliştikçe silah tüccarları da, ülkeleri de zenginleşsin.
12 Eylül askeri darbesinin hemen ardından “barış” sözcüğünün ne denli tehlikeli, vatan bölücü, komünist icadı bir sözcük olduğu sıkıyönetim mahkemeleri kayıtlarıyla da kanıtlandı! Gelin o günleri anımsayalım; 1946’dan günümüze ülkede demokrasiyi yerleştirme girişimleri sıkça kesintiye uğradı.10 yılda bir yinelenen askeri darbelerle demokrasi her defasında askıya alındı. Bireylerin temel hak ve özgürlükleri kısıtlandı. Gazeteciler üzerinde baskı kuruldu. Genç insanlar yargısız infazlarda öldürüldü ya da cezaevlerinde çürütüldü. Kuşkusuz bu darbelerin en acımasız olanlarının başında gelir 12 Eylül. Darbe gerçekleştiğinde Türkiye’de Kurulu bir “Barış Derneği” vardı. Amacı insan hak ve özgürlüklerini korumak, “barışı” yurtta ve uluslararası platformlarda savunmak olarak belirlenmişti. İnsan ölümlerine, yıkımlara, tarihi ve kültürel zengin mirasların yok olmasına yol açan savaş tehlikesine halkların dikkatini çekmek istiyorlardı. Derneğin yönetim kurulunun başkanlığını Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem yürütüyordu. Bilgili, uluslararası ilişkilerde sevgi ve saygı gören değerli bir isimdi. Üyeleri de ülkenin aydın, seçkin kültür insanlarından oluşmaktaydı. Baro Başkanı Orhan Apaydın, Reha İsvan, Gazeteciler Ali Sirmen, Niyazi Dalyancı, Hüseyin Baş, Dr. Erdal Atabek, Tiyatro Sanatçısı, Yazar Ali Taygun şimdi bir çırpıda hatırlayabildiklerim. Yargı uzun sürdü. Karar iki kez Yargıtaya taşındı. Sonuçta özgürlükleri ellerinden alınarak cezaevine konulan barışçılar beraat ettiler. Cezaevlerinde geçirdikleri günlerin hesabı barışçı olmanın bedeli olarak kaldı.
Devlet katından da adli yargıdan da hiç kimse Barış Derneği üyelerinin ellerinden alınan 374 yıllık özgürlükleri için sesini çıkarmadı. Her hangi bir yetkili, etkili kişiden bir özür geldiğini de sanmıyorum. Bu Türkiye’de barışa gönül verenlerin ödedikleri ilk bedel değil elbet. Önceleri de var. Günümüzde de devam edenleri… AKP’nin 10 yıllık ülke yönetiminde de barış algısı hep kötücül, sakıncalı, bölücü şeklinde kayıtlara alındı. Kolluk güçleri barışçıları alanlarda sopalarken, savaş naraları ile tekbir getirip yürüyenlerin arkasını sıvazladı. Polis barış sözcüğünü kendi literatüründe “Barış eşittir komünist eşittir terör” denklemine oturtmuştur. Emperyalist jargonda da az gelişmiş ülkelere yönelik petrol ve sömürü amaçlı savaşların gerekçesi olmuştur barış. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren tüm savaşların başlangıç amacı dünyaya nasıl sunulmuştu hatırlayın. Ortadoğu ülkelerine, Arap Yarımadası’na barış ve demokrasi götürülecekti. Sonuçta o bölgelerde yaşayan halklara yalnızca acı, zulüm ve gözyaşı kaldı.  Kan, ölüm ve yıkım günümüz ve mezhep çatışmalarının at oynattığı, kaos içinde ve şiddetin giderek tırmandığı bir Ortadoğu ve Arap Yarımadası var şimdilerde. Kültürel varlıklarının ve yer altı servetlerinin nasıl yağmalandığını seyrediyorlar şaşkınlık içinde…
 Bugün 1 Eylül. Dünya Barış Günü. Barışı konuşmalıydık. Doğaldır ki tüm zorluklarına karşın barışı savunmaktan yılmayacağız. Bu insanlık görevidir. İnsanlığın yüz akı bilim, sanat, yazın ustalarımızın bize miras bıraktıkları bir ödevdir de. Barışı ülkede ve tüm dünyada yeşertene dek durmak yok. Alanlarda, masa başında yazı ile çiziyle, sanatla barışı yüceltme adına uğraş vereceğiz. Barışsever tüm dostlara 1 Eylül Dünya Barış Günü kutlu olsun.
Yazımı yine bir şiirle noktalamak istiyorum. Fransız yazınının entelektüel isimlerinden Şair Jacques Prevert’ten bir şiir. Metin Cengiz’in çevirisinden okuyalım:

Savaş

Ormanları yok ediyorsunuz
aptallar
ormanları yok ediyorsunuz
Şu eski baltayla genç ağaçları
kaldırıyorsunuz ortadan
Ormanları yok ediyorsunuz
aptallar
ormanları yok ediyorsunuz
ve koruyorsunuz
yaşlı ağaçları kökleriyle
taka dişleriyle
Ve bir tabela asıyorsunuz
İyilik ve kötülük ağaçları
Zafer ağaçları
Hürriyet ağaçları diye
Ve çöllenmiş orman pis kokuyor

ölü, eski bir ağaç gibi
ve çekip gidiyor kuşlar
kala kala
siz kalıyorsunuz orda ölmeye
kalıyorsunuz orda
aptallar
ötmeye ve boy göstermeye