Kış mevsiminin son günleri. Varsın içimizi titreten soğuklar, yüreğimizi karartan güneşsiz puslu havalar devam ededursun artık aldırmıyoruz. Çünkü önümüz bahar. Ağaçların çiçeğe yaprağa duracağı, bütün canlıların yeniden hayat bulacağı, güneşli aydınlık günlere kavuşmaya az kaldı.
Doğayla birlikte belki biz insanlar da hayata bir başka bakabilmeyi başarırız. Arınırız tüm kötücül duygulardan. Nefreti unutur, sevgiyi hatırlarız. Önce kendimizle sonra da bütün canlı varlıklarla barışmayı deneriz. Başarabilir miyiz ? Neden olmasın... 
Biliyorum, buraya kadar yazdıklarımı gerçekle bağdaştırmayacağınızı. Günümüzün gergin, bunalımlı ortamında bir fantezi olarak değerlendireceğinizi. Olağanüstü hal kapsamında yaratılan ‘korku ikliminde’ gazetecilere, bilim insanlarına, akademisyenlere, doktorlara, avukatlara, emek insanlarına özgür bir soluk aldırılmadığı bir sırada, bu yazı da neyin nesi diyeceğinizi. 
Ama ben yine de içimde bahar kıpırtıları, insana, insanlığa güvenmek istiyorum. Bir gün yalan üzerine, sahtelik üzerine kurulan düzenin parçası olmaktan kurtulmak isteyeceklerini ummak istiyorum. Kimsenin ve hiçbir kapının kulu olmadan bu güzel gezegende yaşam sürebileceklerinin farkına  varacaklarını da. Küçük umutlar büyük umutları doğurur, büyük umutlar da doğayla, bütün canlı varlıklarla uyum içinde yaşayan bir büyük insanlığı. Buna hep inandım. Yazıyı alışageldiğimiz gibi bir şiirle sonlayalım. Ahmet Arif’in dizelerinde baharı okuyalım:
İçerde
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki Mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…