Babam.
Köy Enstitülü bir öğretmendi.
İlk öğretmenim.
Birinci sınıftaydım.
Adıyaman’daydık.
23 Nisan bayramını nede güzel kutladık.
Köy meydanında toplanmıştı köylüler.
Çuval yarışı,yumurta yarışı,halat çekme yarışı.
Bende şiir okumuştum.
Ne şenlikti!
Babam benim doğduğum köydede öğretmenmiş.
Okul bahçesine ilk kuyuyu yaptırmış.
Yıllarca köy ahalisi bu hizmetini konuşmuş.
Ben Babamı öldüğü tarihte anmam.
Öğretmenler gününde anarım.
Birde köyde hastalandığında.
Babam fena halde bel ağrısından yatarken anneme seslenmiş.
“Ben ölürsem ceketimi köyün tepesindeki mezarlıkta başucu taşıma koyun .
Hiç olmazsa ceketim karşı yakada görünen şehri görsün!”demiş.
Babamı öğretmenler gününde anarım hep.
O günlerin deyimiyle şehirlilik özlemini.
Bu günün kavramı kentlilik özlemini.
Köy Enstitülerinde okuyan babam.
Aldığı eğitimin sonunda dönemin bilinçli bireylerinden olmuş.
Şehir yaşamının arzusuyla kavrulmuş.
Okul bitip yıllarca köylerde hizmet verirken bu ateş hep içini yakmış.
Arzusunu gerçekleştiremeden ölürsem diye bu vasiyeti yapmış.
Ama ölmemiş.
Şehirden bir arsa almış.
Arsaya bir ev yapmış.
Bahçesine meyve ağaçları,
Türlü türlü çiçekler ekmiş.
Bahçenin kenarındaki derede çocuklarını yıkamış.
Bu arada şehirdeki bir okulda öğretmenliğe başlamış.
Yedi çocuğunu büyütüp okutmuş.
Dosyasını da taktirnamelerle doldurmuş.
Çeyrek asırlık mesleki yaşamını başarıyla noktalamış.
Ben babamı Öğretmenler gününde anarım.
Yedi çocuğundan birimizde öğretmen olamadığımız için birde.
Birde Köy Enstitülü yıllarını derleyemediğim için.
Hepsi bölük pörçük.
Anılarımızda.
Babama.
Bütün öğretmenlere selam olsun.
İyiki varsınız.
Baba.
İyi ki vardın.
Işıklar içinde uyu.