Herkesin “Balyoz davası” adıyla bildiği dava karara bağlandı.

 

Bu davada adil yargılanma hakkı sağlanmamıştır ve savunma yok sayılmıştır.

 

Olağanüstü yargılamaların devamından yana olan zihniyetin imalatı olan 6352 sayılı Kanunun Geçici 2. Maddesine göre, özel görevli mahkemeler yürürlükten kaldırılmıştır ama bu mahkemelerde daha önce açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar yine bu mahkemeler tarafından görülmeye devam olunacaktır.

 

6352 sayılı Kanunla özel görevli mahkemeler ile özel yetkili savcılıkları kaldırdık dediler. Kaldırılmaması ve görevlerine devamı hakkında aynı kanunla “geçici” madde ile düzenleme yaptılar. Bu Mahkemeler kanunla vardı, kanunla kaldırıldı. Ama aynı kanunla yine bu mahkemelerin varlığına dokunulmadı ve önceki davalar için geçici maddeyle ve baktıkları davaya bağlı olarak, hem de kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar, yine var olmaları sağlandı. 

 

O halde bu Kanunun kabulünden önce açılmış olan davalarda kesin hüküm verilinceye kadar bu mahkemeler görevlerine devam edecekler. Hüküm kesinleşecek, dava bitecek ve mahkemede hüküm kesinleştikte sonra kaldırılmış olacak. Bu durum, Anayasaya aykırıdır.

 

Böyle bir hukuk sistemi belli davalar için ve bunların karara bağlanması için yaratılmıştır.  

 

Böyle kanunlar yazılan, Mecliste kabul edilen ve bu tür kanunların kabulü konusunda hiç sıkıntı çekilmeyen kanunların cirit attığı bir hukuk sistemindeki ceza yargılamasından kim adalet bekliyor?

 

Kim adalet bekliyorsa hayal kırıklığı ve insan onurunun parçalandığı kararlarla karşılaşacaktır. Kim adil yargılanma hakkına bağlı bir adalet bekliyorsa sürekli yanılmaya mahkûm demektir. 

 

Ulusalüstü sözleşmeler, ceza yargılamasında hakkında suç isnadı bulunan bir kimseye kendini bizzat savunma ve/veya kendi seçtiği bir avukatla savunma ve belirli koşullarla ücretsiz hukuki yardım alma hakkını tanır ve sağlar. Kişilerin savunma haklarını etkili bir biçimde korumak üzere düzenlenmiştir. Herkes, kişisel hak ve yükümlülükleri ile hakkındaki bir suç isnadının karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından, makul bir sürede, adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir.

 

AİHS’de ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesindeki düzenlemede aynı niteliktedir. Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinde, adil yargılanma hakkı düzenlemesine göre, herkes mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşittir. Herkes, hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir

 

Görüldüğü gibi, hep aynı şeyleri tekrarlamaya mahkûm gibi yaşıyoruz, ama hayat başka türlü kararlarla insanları ve toplumu yüz yüze bırakıyor.

 

Birleşmiş Milletler Şartına göre adaletin sağlanması ilk kuraldır. Buna karşın “adaletin sürdürülebileceği koşulları yaratmak” devletlerin ve herkesin görevidir. Avukatların Rolüne dair Temel Prensiplerinin (Havana Kuralları)  kabul gerekçesinin esası budur.  

 

Havana Kurallarında İnsan Hakları Evrensel Bildirisine atıf yapılır. Çünkü Bildirgede, hukuk önünde eşitlik ile masumluk karinesi prensiplerine, hukuken kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına ve kendisine suç isnat edilen bir kimsenin savunması için gerekli bütün güvencelere yer verilmiştir. Bu güvencelerin varlığı yeterli değildir. Asıl olan yaşama geçirilmesi ve savunma hakkını sağlayan, koruyan ve saygılı olan bir ceza yargılamasının varlığıdır.

 

Bu güvencelerin yaşama geçirilmediği bir ceza yargılaması Dünyanın hiçbir yerinde yargılama değildir. Karar da vermiş olsalar, bu kararlar toplumsal vicdan için karar değildir.

 

Ceza yargılamasının bütünselliği tüm ulusalüstü sözleşmeler ve özellikle AİHS’nin 6 maddesi ile korunur.  

 

Devletler, ceza yargılamasının bütün aşamalarında, kurulu bulunan tüm mahkemeler önünde yargılanan kişilere AİHS’nin 6. Maddesindeki hakları sağlamak zorundadırlar. Sözleşmedeki anlamıyla, demokratik bir toplumda adil yargılanma hakkı öncelikli bir role sahiptir.

 

Birçok davada “adaletin sürdürülebileceği koşullar bulunmadığını” bilenler ve buna göz yumanların zaten adaleti yoktur. Onlar için yargılananlar, daha başında mahkûmlardır.

 

Bu nedenle adil yargılama hakkı için çaba göstermelerini beklemek nafiledir. İddianamelere rağmen, iddianame yazanların var olduğu bir ülkede adalet ve “dürüst yargılama” beklemek boşunadır.

 

Hangi mahkemelerinizde, neyin adaletini dağıtıyorsunuz?  Duruşma tutanaklarına “müstakil girişi bulunan” diye yazdığınız mahkemeleriniz hangi cezaevlerinin avlusunda kurulu?

Her şeye rağmen hukuksuzlukların hukuk yoluyla çözümüne inanmak, adaletin gereğidir.  

 

Her şey hukuken öngörülebilir olmalıdır. Ama olup bitenlere, verilen kararlara ve devam eden davalara bakıldığında karşılaşılan sonuçların hiçbirisini açıklamak mümkün değildir.

 

Tam tersine olup bitenler karşısında “hukuken öngörülen” adaleti sağlamak ve yerine getirmek için, ceza yargılamasının sürdürülmediği gerçeğini, ya da kendi inandıkları ceza yargılamasını sürdürdüklerini, yaşayarak görüyoruz.   

 

Hiç kimse neden ve neyle suçlandığını bilmiyor ve soruyor ve sorularına yanıt alamıyor. Bu durumda bu günkü olağanüstü yargılamalardan vazgeçmeyenlerin yarattığı yargılamalara hâkim olan hukuk ve zihniyet, aslında hukuka aykırıdır.

 

Çünkü hukuken öngörülen adalet ve herkesin ulaşmaya hak sahibi olduğu hukuk yeterince ulaşılabilir değilse, o ülkede hukuk yoktur. 

 

Özel görevli ve özel yetkili hukukunuz adaletten kaç kilometre uzakta?