Bitmez tükenmez acıyla yoğrulmuş topraklarda yaşıyoruz. İnsan eliyle topraklara iyileştirici bir güç katmamız gerekirken tersine insan eliyle toprağın, suyun, havanın dengesini bozuyoruz. Rant uğruna ormanlarımız yok oluyor, akarsularımız kuruyor, tarım alanlarımız yapılaşmaya açılıyor. Kısaca ülkenin geleceğini düşünmesi gereken yönetim kadroları yalnızca sermayeyi daha da semirtmenin çarelerini arıyor.
Diyeceksiniz ki, bu arada insan ne oluyor. Ormanlarda, tarlalarda, su yataklarında yaşayan canlıları düşünen var mı? Başka bir bakış açısıyla insanı düşünmeyen, hayvanları, ağaçları, bitkileri niye düşünsün ki. Depremde can veren on binlerce yurttaşımız yüreğimizi dağlamaya devam ediyor. Hâlâ yardımların yeterince ulaşamadığı pek çok ilimiz, kasabamız, köyümüz var. Elbette duyarlı insanları onarılması zor bu yaradan, yaraların açtığı travmalardan kurtarabilmek kolay değil.
Her şeye rağmen bu topraklarda insanlık ölmedi diyen yurttaşlarımız var. Bu büyük felaketin her anında yardımlaşmaya koşan, enkaz altına giren milliyet, ırk gözetmeksizin her şeyini paylaşarak yardıma koşan gönüllülerimiz var. Belki de Kahramanmaraş depreminin bize bıraktığı ve hiç unutmayacağımız tek kazanç halkların kardeşliğine bir kez daha tanık olmamamız.
Depremle ilgili yeni gerçekler ortaya çıktıkça iktidarın yurttaşlarından haber saklama çabası da giderek artıyor. RTÜK’ün bir milletvekilinin sözlerini bahane ederek muhalif TELE 1 kanalına verdiği üç günlük karartma kararı mahkemece de bir yargıcın muhalefetine karşın iki yargıcın oyu ile kabul edilerek yürürlüğe girdi. Herhalde 11 il için ilan edilen OHAL de böyle bir susturma çabasının ürünü. Medyada felaketin ardındaki gerçekleri yazmaya, anlatmaya çalışanlara baskı uygulanıyor. Haberleri sansürleniyor. “Devlet nerede” diyen depremzedeler gözaltına alınıyor. İşte OHAL’in iktidarın elinde yurttaşa karşı bir korkutucu baskı unsuru olması böyle bir şey.
Şimdilerde deprem öncesi bilim insanlarını dinlemedikleri için mimarları, inşaat mühendislerini, Türk Tabipleri Birliğini, Türkiye Barolar Birliğini, gazetecileri karşısına alan bir iktidar var. Oysa normal, demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlediği bir ülkede böyle durumlarda iktidarlar halklarıyla tasada ve kıvançta birlik olurlar. Bizdeki gibi “Artık yeter, yas da tuttuk” şimdi toparlanma zamanı deyip yürekleri dağlayan acıyı unutturmaya çalışmazlar. Bu acıyı da, insan hak ve özgürlüklerini ayaklar altına alan hak ihlallerini de, hata ve ihmal nedeniyle canını kaybeden yurttaşlarımızı da asla unutmayacağız. Bu acı doğrudan, gerçekten, dürüstlükten yana kendilerini kanıtlamış tüm insanların da acısıdır. Üfürükçülükle, din telkinleriyle halkları uyutmanın zamanı artık geçti. İktidarınızdan başka herkes bunun farkında.
Yazacak, konuşacak çok şey var. Biliyoruz ki, açlığın, yoksulluğun, emek insanlarının sıkıntılarını görmezden gelen “iktidar-sermaye-yandaş medya” ülkede her şeyin yolunda olduğuna dair algı yaratmayı sürdürecek. Varsın sürdürsün. Biz özgür, bağımsız gazeteciler olarak eleştirel haber yapmaya devam edeceğiz.
Yazıyı yine bir şiirle sonlayalım. Şiir her yaraya iyi gelen bir ilaçtır diye düşünüyorum. Ve Ülkü Tamer’in “Kırağı” adlı şiirini sizlerle paylaşıyorum.
Kırağı taşıdım güne.
Yaprakları, otları araştırdım
Bir kırağı seçtim kendime
Güneş dağına tuttum ısınsın diye
Cebime koydum keyifle
Çıkardım, hava aldırdım
Büyüttüm, misket yaptım
Okuma öğrettim bir anda
gazoz içirdim, limonata içirdim
Sinemaya götürdüm, renkleri beğendi
Maça götürdüm, topu beğendi
Kıyıya götürdüm, denizi beğendi
Ama biraz da korkup elimi tuttu
İstasyona götürdüm, bavulları beğendi
Eve götürdüm, perdeleri beğendi
Kitapları karıştırdı, yemek yedi
Plak çaldım, müzik dinledi
Uyudu, güzel bir rüya gördü.
Ertesi sabah erkenden kalktık
Kırağı taşıdık güne.