Uluslararası arenada yurttaş hakları konu edildiğinde Türkiye’nin adı totaliter rejimle  yönetilen bir kaç ülkeyle, son sıralarda yer alıyor. Utanç verici bir saptama. Halkımız bu değerlendirmeye layık değil diye düşünmek istiyorum. Ne var ki gerçeklere baktığınızda ‘düşünceyi ifade özgürlüğü’, kamuoyunun haber alma, bilgilenme hakkı yasak, temel hak ve özgürlükler kısıtlı, kaynağını anayasadan alan toplantı, gösteri özgürlüğü de yasak, eleştirel yazı çizi, tiyatro oyunu, sinema filmi yasak. İktidara muhalifseniz, sosyalist görüşlüyseniz. Cumhuriyetçi iseniz, barışı savunuyorsanız sizler zaten yasaklarla çembere alınmış durumdasınız. Hak, adalet demeyin. Hukukun üstünlüğü, ileri demokrasi çoktan beri mevta. 


Ankara’da ülke siyasi tarihinin en büyük katliamı gerçekleşmiş. Üzerinde konuşamıyor, yazıp çizemiyorsunuz. Ölenlerin sayısını, ağır yaralıları kamuoyu için, yakınları için araştıramıyorsunuz. Mahkemenin yasaklama gerekçesi “soruşturmanın selameti”. Peki, halkların doğruları öğrenmesinden neden bu kadar korkuyorsunuz? Devlet olarak yurttaşlara gerçekleri anlatmak sizlerin görevi değil mi? Yoksa bu korkunç katliamdan bile seçim için bir fayda yaratmanın peşinde misiniz? Yasakla, fısıltı gazetesinin, iktidara dayalı medyanın dedikodularına alan açarak yurttaşı kafa karışıklığına uğratmak mı amacınız? Bir türlü IŞİD sözcüğünü telaffuz edemeyen iktidar yetkilileriniz, katliamda PKK parmağını ima ederek HDP’yi baraj altına itebileceklerini mi sanıyorlar. Öyle ise çok aldanıyorlar. Halklar gözünü açtı çoktan. Kimlerin halk için, barış için hak ve adalet için; kimlerin çıkar için, savaşlardan, bölgesel çatışmalardan nemalanmak için, ülkede kaos yaratmak için uğraş verdiğini çok iyi biliyorlar. Askeri vesayetin “yasak hemşerim” sloganını sivil vesayet olarak benimseyen iktidar, yasaklardan umduğunu elde edemeyecektir. Sert nutuklarla, iftiralarla. Sert söylemleri ile bireyleri korkutamayacaklar. Kendi korkularını halklara yöneltemeyecekler.  


Yasak sözcüğünü ne zaman duysam dilimizin büyük ustası, deneme yazarı, eleştirmen Nurullah Ataç’ı anımsarım. “Yasak ve Ahlak” başlıklı denemesinde şöyle der yasaklar için:

“...İnsanları korkutacaksınız, yıldıracaksınız da öyle mi ahlaklı edeceksiniz? Dört yanlarını yasaklarla çevireceksiniz, gözlerini kaldırtmayacaksınız, kendine insanoğlunun başlıca şerefini, hür olmak, kendi kaderini kendi hazırlamak şerefini duyurmayacaksınız, sonra onu insanlığa sevgi, saygı duyan bir varlık edeceksiniz. Başkalarını sevmesi şöyle dursun, özüne dahi sevgisi, saygısı kalmaz. Şaşarım size, siz yuvarlak dörtgenler, yumuşak sertler yapmaya kalkışıyorsunuz da haberiniz yok. Bırakın, insanlar birbirlerinden çekinmesinler, korkmasınlar, yılmasınlar, Yasakları çoğaltacağınıza azaltmaya, kaldırmaya bakın, ancak böyle yaparsanız onları çevrelerine ısındırırsınız” Aslında ne bu yasaklar, ne de yaratılmak istenen korku iklimi yıldırıyor halkları. Yok edilmek istenen demokrasiyi yeşertmek için, barış ve kardeşliği yeniden kurmak için 1 Kasım’da sandık başında olacak yurttaşlar, geriye doğru tarihin sayfalarına bir göz atın. Frankolar, Salazarlar, Mussoliniler. Hitler, Pinochetler, Batistalar, Videlalar hep halkları, emeği, barışı hiçe sayarak yeni devletler kurmaya soyunmuşlar. Kendi militan güçleri, ordularıyla, yasaklarla, tehditlerle insanları sindirmeye, korkutmaya çalıştılar. İşkenceler, ölümler, sürgünler birbirini izledi. Zulüm arttıkça direniş de arttı. Sonuçta o totaliter liderler bir bir yok oldular. Despotluk kimseye yar olmadı. Ziya Paşa’nın beytini hatırlayın: 
Derler ki hava üzre durur taht-ı Süleyman
Anında şimdi yeller eser yerinde