Gazetelerine, dergilerine hemen her gün yazı yetiştiren, köşelerini de, ekranları da boş geçmeyen meslektaşlarımı gıptayla seyrediyorum, Gazeteme haftada bir yazmakta bile zorlanan benim gibileri için acınacak bir durum. Örneğin yarın (bugün) yayımlanması gereken köşeme ne yazmalı diye düşünüp duruyorum bilgisayarın başında. Şu dengesiz seyreden havalardan mı söz etsem? Var olan hüznümüzü daha da arttıran sonbahardan,sararan yapraklardan, börtü böceklerden mi ? Bazen doğadan söz etmek bile sakıncalı olabiliyor. Biliyorsunuz.Özellikle “ağaç” sözcüğü tehlikeli.Cümlede kullanımına göre bir örgütü işaret ettiğini savlayan savcılara rastlamak her zaman olası. Sahi ODTÜ’nün ağaçları ne oldu? Benim ki sadece bir merak.TEOG üzerine kalem oynatamam. O konu beni aşar. Şimdi durup dururken Cumhurbaşkanının öfkesine mi hedef olayım. Dış politika, ekonomi gibi konularsa değil benim, bu alanda koca koca kitaplar devirmiş, deneyimli uzmanların da altından kalkamadıkları ağırlıkta. Diyebilirsiniz ki gazetelerinde, televizyon ekranlarında her gece keskin bilgi ve görüşlerini açıklayan uzmanlar yok mu? Hani ekonomik büyüme tavan, yakında Çin’i geçeceğiz diye ahkam kesenler. Ne diyeyim ki dalkavukluğun endazesi mi var?
Aslında görüyorsunuz ki yazı işi dışarıdan görüldüğü kadar kolay değil böyle. OHAL’li dönemlerde muhabirden çok muhbirlerin kol gezdiği ortamda, postmodern sansür aşamasına ulaşılmış medyada “Fincancı katırlarını ürkütmeden” tek doğru cümle yazamazsınız.Yazarım diyorsanız cezaevlerimiz sizleri ağırlamaktan mesut ve mutlu olacaklardır. Zaten biz dışarıda kalanlar da gazetecilik yapmıyoruz. Çağlayan’da, Silivri’de meslektaşlarımızın davalarını izlemekle geçiyor günlerimiz.170 gazeteci ki zaman zaman üç eksiliyor beş artıyor,halen çeşitli cezaevlerinde. Adliyede gazeteciler hakkında açılmış binlerce dava aşamasında soruşturma var. Bana kalırsa içerideki meslektaşlar dışarıdakilerden daha üretici. İçeride yaşadıklarını yazıyorlar, günlük tutuyorlar. Öykü, şiir yazıyorlar. Bilimsel metinler kotarıyorlar. Biz dışarıdakiler ise bir yandan meslektaşlarımıza nasıl yardımcı olacağımızı düşünürken bir yandan da örgütlenme alerjimizi çoğaltıyor, bölünmeye devam ediyoruz. Toplumu saran sevgisizlik, ben merkezcilik, ırkçılığa dönüşen şoven tutum en büyük ihtiyaç olan dayanışma ruhunu da yok ediyor. Bütün bu şartlar altında umudu asla kaybetmemek de gazetecilere, akademisyenlere, bilim ve sanat insanlarına, aydınlara özgü bir tavır olsa gerek…
Ne yazalım derken bir şeyler çiziktirdik bu hafta da. Alışageldiğiniz üzere bir şiirle sonlayalım. Melih Cevdet’in bir eski şiiri. Usta şairin gelecek öngörüsünü yansıtıyor.
ÇÜRÜK
İnsanların elleri gözleri kalpleri kokuyor
açlıktan nefesleri kokuyor
çürüyen dişleri derileri beyinleri kokuyor
duyguları düşünceleri sesleri sözleri kokuyor
yazdıkları okudukları kokuyor
çürüdükçe kokuyor
kitaplar dergiler afişler mektuplar kokuyor
dostluklar aşklar arkadaşlıklar kokuyor
havalandırılmamış odalar kokuyor
havalandırılmış odalar kokuyor
sofalar evler apartmanlar kokuyor
mahalleler şehirler memleketler kıtalar kokuyor
çürüdükçe kokuyor
duymuyor musunuz kokuyor
kokuyor kokuyor kokuyor kokuyor
açlıktan nefesleri kokuyor
çürüyen dişleri derileri beyinleri kokuyor
duyguları düşünceleri sesleri sözleri kokuyor
yazdıkları okudukları kokuyor
çürüdükçe kokuyor
kitaplar dergiler afişler mektuplar kokuyor
dostluklar aşklar arkadaşlıklar kokuyor
havalandırılmamış odalar kokuyor
havalandırılmış odalar kokuyor
sofalar evler apartmanlar kokuyor
mahalleler şehirler memleketler kıtalar kokuyor
çürüdükçe kokuyor
duymuyor musunuz kokuyor
kokuyor kokuyor kokuyor kokuyor