Bahara eriştik erişmesine de insan kalitesine erişmekte zorlanıyoruz. Kanımca toplumumuzun en önemli eksiği insan kalitemizin yeterli olmamasında yatıyor. Mesela tek parti döneminden bu yana demokrasiye kavuşma umuduyla çırpınıp duruyoruz. Ama geriye dönüp baktığımızda demokrasi için bir arpa boyu bile yol alamadığımızı görüyoruz. Nedenleri çok elbette. Öncelikle siyasete soyunan insanlarımızın demokrasiyi içselleştirme konusunda yetersizlikleri. Bu da gerçek anlamda eğitilmemiş bir toplum olmamızdan kaynaklanıyor. Yeterince okuyan, okuduğunu irdeleyen, sorgulayan insanımızın sayısı nüfusa oranla pek az. Genellikle okumayan, düşünmeyen, ezberci bir topluluk olmaktan kurtulamıyoruz. Bilgi dağarımız ezbere dayanıyor. Bu yüzden de zengin kaynaklarımıza karşın, uluslararası ölçütlere göre, gelişmekte olan bir ülke konumundan daha da öteye gidemiyoruz.
Son günlerde iktidarın birbirini izleyen hamlelerine baktığımızda kendi içine kapalı bir toplum olma yolunda yine kendimizi aldatmaya devam ettiğimizi görüyoruz. Halkı ucuz hayallerle, algı operasyonlarıyla ve iletişim bombardımanıyla yeni bir geleceğe hazırlamak istiyorlar. Ama ayakları yere basmayan insanları uyutmaktan başka bir işe yaramayacak olan bu tür hamlelerin ülke için yeni bir gelecek vadetmeyeceği de çok açık.
Geçen hafta Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier Covid-19 aşısını bulan Türk kökenli Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’e başarılarından ötürü Almanya’nın yıldızlı liyakat nişanını verdi. Steinmeier’in konuşmasında İrlandalı Eşcinsel Yazar Oscar Wilde’ın sözüne atıfta bulunarak “Gelecek, mümkünü görünür hale gelmeden önce fark edenlerindir. Sizi hiç tanımamış olsa da Oscar Wilde bu cümleyi kurduğunda sizi düşünmüş olmalı” dedi. Steinmeier’ın sanki iki gün sonra Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini biliyormuş gibi Oscar Wilde’ın sözlerini Türk asıllı bilim insanları için yapılan törende dile getirmesi, artık klişe olmuş deyimle “manidar” idi.
Doğrusu Steinmeier’in sözlerini okuduktan sonra Alman halkını kıskanmadım desem yalan olur. Biz değerlerimizi bile kendi ön yargılarımıza göre sınıflandırırız. O kişinin insanlığa yaptığı yarara değil, bizden olup olmamasına bakarız. Hatta iktidarlar olarak çok da hoşumuza gitmezse, uluslararası çapta değeri ne olursa olsun yurttaşlarımızı yok saymakta, onları cezaevine göndermekte duraksamayız. Bilim insanları gibi yazarlar, çizerler, ressamlar, şairler de mümkünü görünür hale gelmeden önce fark eden insanlardır. Bağnaz dinciliğimizi ve bağnaz milliyetçiliğimizi denetim altına alabilsek, umarım ulusça çağı yakalama adına önemli bir adım atmış olacağız. Hak aramayı, düşünceyi ifade etmeyi suç saymayan, cezaevleri inşa eden değil, bilim kurumları inşa eden modern bir ülke olma yolunda yürüyeceğiz. İnsan kalitemiz değişecek insan kalitemizle birlikte yaşadığımız çevre ve dünyamız da değişecek.
Şair, Yazar, Çevirmen Ülkü Tamer’i 1 Nisan 2018’de yitirmiştik. Renkli kişiliği ve bilgi dağarıyla toplumumuzun gurur duyduğu şairlerimizden biriydi. Yazımı sonlarken Ülkü Tamer’i “Ağıt” adlı şiiriyle anmak isterim.
Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında
Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında
Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda
Bir annedir bir kardeştir
Ovalarda bir ateştir
Sırasında hayat verir
Ölüm saçar sırasında
Bayrak olur bize yarın
Rüzgârıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında