15 Ocak 1902 de Selanik’te doğdu Nâzım Hikmet. İyi ki var oldu hayatımızda. Şiiriyle, yazılarıyla, tiyatro oyunları ile cesareti ve bitmez tükenmez yurt sevgisiyle. Kurtuluş Savaşı Destanını ondan daha yürekli daha coşkulu kim yazabilirdi ki... Yaşamı boyunca dünyanın dört bir yanında sömürülen, özgürlüklerinden yoksun bırakılan, baskı altında tutulan, şiddete, işkenceye uğrayan bütün insanların sesi oldu. Cezaevinde tutulduğu uzun yıllar boyunca da durmaksızın çalıştı. Şiir yazdı, resim yaptı, mahpuslara öğretmenlik etti. Barış savunucuları arasında yerini aldı. İnsanlığın gelişiminin ancak bilim yoluyla gerçekleşebileceğine olan inancını dizelerine de taşıdı. Şu dizeler onun: “Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı, ya da ölüm inecek yeryüzüne.”
20.Yüzyılın halklara ölüm saçan, ırkçılığın tavan yaptığı İkinci Dünya Savaşı, sona erdiğinde ardında büyük bir insanlık trajedisi bırakmıştı. Gezegenin yüz akı sanatçıları savaşa, ırkçılığa, ayrımcılığa karşı duran tüm aydınları yazıyor, çiziyor her ulustan bireyleri uyarmaya, barış ve kardeşlik dayanışmasına çağırıyorlardı. Tam o günlerde 22 Kasım 1950’de Dünya Barış Konseyi toplandı. Barış Konseyi insanlık adına, barış adına çalışmaları dolayısıyla yazarları, çizerleri, şairleri “Barış Ödülü” ile taçlandırdı. Bu sanatçılardan biri Türkiye’den Nâzım Hikmet’ti. Diğerleri ise İspanya’dan Pablo Picasso, Şili’den Pablo Neruda, Polonya’dan Wanda Jakobowska, ABD’den Tiyatro Oyuncusu Paul Robeson. Nâzım ödülünü almaya gidemediğinden yerine ödülünü dostu Pablo Neruda almıştı.
Burada Robeson için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Amerika’da siyahilere ve sol tandanslı sanatçılara karşı Senatör McCarthy’nin başlattığı ırkçı eylemlerin kurbanlarından biriydi Paul Robeson. Büyük bir sanatçı. Ülkesinde ve uluslararası arenada ırkçılığa karşı mücadele veren bir barış aktivisti idi. Robeson için bir not da Asım Bezirci’nin yazılarından ekleyelim. Paul Robeson, Nâzım’ın cezaevinden bırakılması için başlatılan kampanyaya etkin destek verenlerden. Ayrıca Nâzım’ın “Kız Çocuğu” adlı şiirini besteleyerek Helsinki Barış Kurultayı’nda okumuş. İşte Nâzım Hikmet de Robeson’un ABD’de uğradığı faşist saldırıları, ırkçıların yönelttiği baskı ve linç girişimlerini okuyunca cezaevinde ünlü “Korku” şiirini yazar. Bu güzel ve anlamlı şiiri bir kez daha okurla buluşturmak istedim:
Korku
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson
inci dişli zenci kardeşim
kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizi söyletmiyorlar bize.
Korkuyorlar Robeson
şafaktan korkuyorlar,
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar.
Yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
(Sizin de bir Ferhatınız vardır herhalde Robeson, adı ne?)
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar.
akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne vâde isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine.
Ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam,
türkülerimizden korkuyorlar.