Hüznü anımsatırmış eylül ayı; öyle söylüyorlar. Yaz coşkusunun ardından sonbaharın duygusal ağır başlılığına geçiş döneminin başlangıcını yansıttığından olabilir mi? Sararmaya yüz tutmuş yapraklarını insan ömrü gibi toprağa veren ağaçların üzerimizde yarattığı o tarifi zor buruk bir duygu sağanağından belki de. Doğadaki canlılığın son bir iç çekişi ya da… Varsın hüznü anımsatsın Eylül. Hüzün de yaşantımızda sıkça yanımızda taşıdığımız, sarıp sarmaladığımız varlığımızdan bir parça değil mi? Hüznü duyumsamazsak, anlam veremezsek yaşam serüvenimizde ne sevda olurdu ne edebiyat. Güzel sanatların da kurucu öğelerinden de biridir bencileyin hüzün. Beni sorarsanız aslında sever(d)im Eylül’ü. Ne de olsa yaşama gözlerimi açtığım ay. Üstelik hüznü de sever, onda bir başka bir tat başka bir güzellik bulurum. Ne ki insanlar kötücül emel ve eylemlerini birbiri peşi sıra kendi kotardıkları takvimlere sığdırıverirler. Eylül ayına düşer elbette insanlık vahşetinin izleri. Mesela 11 Eylül ABD’de İkiz kulelere yapılan terör saldırısı. Mesela Şili’de insanlık canavarlarından Pinochet’in Şili’nin seçimle gelmiş meşru başkanını öldürtmesi gibi. Ve de Türkiye insanına ıstırap ve zulümden başka hiçbir şey getirmeyen 12 Eylül 1980 askeri darbesi. O darbenin onulmaz acılarının, faili meçhul cinayetlerinin, hukuksuzluklarının izleri yazık ki günümüzde de sürmekte. Daha önce de yazdım, takvimlerin ayların, günlerin suçu ne? Eğer dünyada ve de ülkemde masum insanlardan kolayca bir cani yaratılabiliyorsa, hiç ibret alınmamışçasına ırkçılık, ayrımcılık, din sömürüsü yeniden hortlatılıyorsa, barış değil savaş, yaşam değil ölüm kutsanıyorsa, artık sözün de sonuna gelinmiş demektir.
Sevgili okur yazı, bazen yazana itaat etmez. Bu öyle yazılardan biri. Hiç değilse seveceğiniz bir şairin şiiri ile sonlayalım. Pablo Neruda çağımızın en büyük şairlerinden biri. Gelin onun “BUĞDAYIN TÜRKÜSÜ” şiirini birlikte okuyalım. Geleceğe umudu elden bırakmadan:
Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan
Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de
Biz Halkız, yeniden doğarız ölümlerde.