17 Nisan’lar köy enstitülerinin kuruluş yıl dönümleridir. Aydınlık bir eğitimciliğe yelken açan önemli bir projeydi köy enstitüleri. Ülkenin kültürüne unutulmaz katkılarda bulunan dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in girişimleriyle hazırlanan tasarı 17 Nisan 1940’da Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışıldı ve kabul edildi. Hasan Ali Yücel köy enstitülerinin koordinasyonu için İsmail Hakkı Tonguç’u görevlendirdi. Ancak kendisi de enstitülerin gelişebilmesi için titizlikle faaliyetlerine katıldı. Köy enstitüleri ile özellikle kırsal bölgelerdeki okulların toplum yaşam merkezleri haline getirilmesi amaçlanıyordu. Böylece öğrenciler iş ve eğitimi bir arada yürütürken çağdaş bir Türkiye’nin inşasına da yardımcı olacak eğitim elemanları yetiştiriliyordu. Her güzel şey gibi köy enstitülerinin de ömrü uzun olmadı. 1946 yılında ilk kez yapılan serbest seçimlerde oy kaybeden Cumhuriyet Halk Partisi oy kaybını köy enstitüsüne yönelik eleştirilere bağladı ve 1946’da Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığından ayrılmasıyla köy enstitüleri, köy öğretmen okullarına dönüştürüldü. Demokrat Parti iktidarında da 27 Ocak 1954’de köy enstitüleri çıkarılan bir yasa ile resmen kapatılmış oldu.
Köy enstitülerine ilgim Sivas’ın Kangal ilçesinde yedek subay öğretmenlik yaptığım yıllarda başladı. O sıralar İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenciydim. İstanbul’da doğmuş büyümüş bir genç olarak köy hayatına yabancıydım. Kısa bir kurstan sonra köyde göreve başladım. Şaşkındım. Köy enstitüleri üzerine okuduğum, görmeyi hayal ettiğim izlerden hiçbiri yoktu ortada. Köyün okul binası bile yoktu. Köy halkından birinin bağışladığı dört duvarı okul haline getirdik. 5 sınıflı bir eğitim düzeni vardı. Köyde okul açılalı iki yıl olmuştu ve ben gelen ilk öğretmendim. Benden önce bir eğitmen görev yapmış ancak köylülerle arayı iyi tutmak amacıyla 5-6 yaşındaki çocukları bile ikinci sınıfa geçmiş göstermişti. Önce aklımı kaçıracağım zannettim. Ama çocukları tanımaya başladıkça eğitimden yoksun bu 40-50 haneli köyde ne denli zeki ve öğrenmeye aç çocukların bulunduğunu anladıktan sonra çalışma şevkim yerine geldi. 2 yıl boyunca o çocuklarla hem çalıştık hem eğlendik. Kimi zaman açık hava gezintileri yaptık, kimi zaman komşu köyleri ziyaret ettik. Ben öğrencilerimi onlar da beni çok sevdiler. İşte o köyü gördükten sonra köy enstitüleri hayali içimde bir sızı olarak kaldı. Keşke köy enstitüleri olsaydı da bu yetenekli çocuklar oralarda ülkenin geleceğine daha çok katkı sağlayabilselerdi.
Bir anekdotumu da nakledip köy enstitüleri konusunu bitirmek istiyorum. Sınıfın en çalışkan öğrencilerinden birinin babasını çağırdım. Artık görevimin bittiği, kıtaya çıkacağım zamanlar. Ona dedim ki, “Oğlun çok zeki ve çok yetenekli. Ben gereken kişilere ulaşmaya çalışacağım. Sen de çocuğuna her türlü desteği ver.” Şöyle dedi köylü, “Öğretmenim çok teşekkür ederim ama ben oğlanı imam hatipe vereceğim. İmam hatip yatılı alıyor, yemesi içmesi oradan ve evden bir boğaz eksiliyor. Geçinmenin başka çaresi yok öğretmenim. Biliyorsun her yaz Çukurova’ya işçiliğe gidiyoruz. Beni yanlış anlama.” Haklıydı. Diyecek bir şey bulamadım.
Pandemi dönemi insanı bir tür geçmişi ile hesaplaşmaya zorluyor. Kendini sorgulamak, geçmişe dönük anıları anımsamak, sevdiklerini, yitirdiklerini düşünmek için o kadar çok vakit var ki, bu zaman bolluğu insanı bunaltıyor da. Milli Eğitim kitaplarıyla Türkiye’ye bir kültür hazinesi kazandırmıştı Hasan Ali Yücel. Köy enstitüleri projesi de çağdaş bir Türkiye’nin temelini oluşturacaktı. Cumhuriyetin her gün biraz daha kaybolan kazanımları gibi köy enstitüleri de yok oldu.
Yazıyı Can Yücel’in babası Hasan Ali Yücel’e yazdığı o güzel şiirinin dizeleriyle bitirmek istiyorum: “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim”
Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.