Meclisin gündeminde “Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev Ve Yetkileri Kanunu, Nüfus Hizmetleri Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” var.
Kamuoyunda çok tepki gören bir kanun tasarısı olarak kanunlaşmasına karşı çıkanların ortak paydası; eğer tasarı kanunlaşırsa, temel hak ve özgürlükler tehlike altına girecektir.
Yasama organı temel hak ve özgürlükleri koruyan kanunlar yapmak yerine, yürütme organının uygulamalarıyla yarattığı ve çözemediği sorunlar yüzünden kanunları değiştiriyor. Çok daha ağır cezalar getiren ve herkesi potansiyel suçlu gören bir yaklaşımla Terörle Mücadele Kanunu, PVSK veya diğer kanunlar sürekli değiştiriliyor. Bu tercih nedeniyle terörle mücadelede çareyi sosyal, ekonomik ve siyasal çözümlerle aramak yerine; ceza kanunları ile cezalandırma yolunu seçerek terörün önlenmesi veya “kamu düzeninin” sağlanması için kanun yapmak yanılgısı süreklilik kazandı. Sınırlandırmalar, artık esastır.
Bu yapılanlar özgürlükleri ortadan kaldırarak, faşizme adım adım yaklaşmaktır.
Artık süreklilik ve kararlılık kazanan bu mantıkla kanun yapmak; otoriter rejimin kilometre taşlarını yerli yerine döşemektir. Devlet, polis devleti olma yolunda bir hayli yol almıştır.
Bu anlayışın örneği ve kanıtı ise Mecliste görüşülmeyi bekleyen Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu ve diğer bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkındaki kanun tasarısıdır. Tasarıda “çözülemeyen sorunları” cezalandırma mantığı baskın görüştür. Bu nedenle Terörle Mücadele Kanunu ile Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu en çok değişikliğe uğratılan ve polisiye tedbirlerin ve cezalandırmaların sürekli arttırılması amacıyla değiştirilen kanunlardır.
Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu üzerinde neden bu kadar çok değişiklik yapılıyor? Neden özellikle “sürekli değiştirilen” kanunlar olarak yürürlüktedir?
Örneğin 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu 12 Nisan 1991 tarihinde kabul edilmiştir. Aynı günlü Resmi Gazetenin mükerrer 20843 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 24 yıldan beri yürürlükte olan bu Kanun 25 maddeden ibarettir. Ek 2 maddesi ve Geçici 14 maddesi vardır. 1991 yılında “terör sorununu çözümlemek amacıyla” çıkarıldı. Kanunun gerekçesine göre; “Bir yandan Anayasanın tanıdığı temel hak ve hürriyetlere saygısı olmayan, şiddeti vasıta edinmiş terörizmle mücadele ederken, diğer taraftan çağdaş demokratik toplum düzenine ulaşmak için şiddeti vasıta kılmayan düşünceleri ifade etme hürriyeti ile şiddeti benimsemeyen düşüncelerin örgütlenebilmesi hürriyetini kısıtlayıcı hükümlerde de iyileştirici düzenlemeler yapmak gerekmektedir”.
Yani, aslında terör sorununu çözmek amacıyla çıkarılmış bir kanundur. Hatta temel hak ve özgürlükleri korumak ve “iyileştirici düzenlemeler yapmak” bile bu kanunun çıkarılış gerekçesidir. Ama yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bu Kanun sürekli özgürlükleri ve temel hakları ortadan kaldırmak için uygulandı. Her düşünen, düşündüğünü söyleyen, yazan çizen, okuyan ve örgütlenme hakkını kullanan, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapan herkes bu Kanuna göre “terörist” sayıldı. DGM’lerde yargılandılar. DGM’ler kalktı özel yetkili ve görevli mahkemeler ve savcılıklar sürekli Terörle Mücadele Kanununa göre çalıştı. Herkes “terör suçlusu” sayıldı. Yargılamalar bu kanuna göre sürdürüldü.
Günümüzde değişen nedir diye sorarsanız; değişmeyen anlayıştır.
Terörle Mücadele Kanunu, sıkıyönetimi, olağanüstü yargı sistemini olağan yargıya dönüştürmekte kullanılan turnusol kâğıdıdır. Yönetimlerin “kamu düzenini korumak”, “terörle mücadele etmek” adına sürekli başvurdukları tüm zamanların vazgeçilmez kanunudur. Dolayısıyla özgürlüklere karşı sürekli sorun üreten bir kanundur.
1991, 1992, 1993, 1995, 1996, 1999, 2001, 2002, 2003, 2004 yıllarında on ayrı kanunla Terörle Mücadele Kanununda değişiklikler yapıldı. Devamında 2006, 2007, 2008, 2010, 2012, 2013, 2014 yıllarında ve Anayasa Mahkemesinin bir kararı ile sekiz kere daha değiştirildi. Toplam onsekiz defa değiştirilmiş oldu. Terörle Mücadele Kanununda değişiklik yapılmayan yılları saymak daha kolaydır. 1994, 1997, 2005, 2009, 2011 yıllarında bu Kanunda değişiklik yapılmadı. Yürürlükte kalmaya devam eden 24 yıllık ömrünün sadece beş yılında değiştirilmemiş olan Terörle Mücadele Kanunu her yıla en az bir değişiklik düşmek üzere onsekiz kez değiştirilmiştir. Son Tasarı ile yine bir maddesi değiştirilecek…
Aslında Terörle Mücadele Kanununda en esaslı değişiklikler 1995 ve 2006 yılında yapıldı. Önemli değişikliklerden birisi 2003 yılında gerçekleştirildi. 4928 sayılı Kanunla TMK 1. maddesi başlığıyla birlikte değişti ve “Terör tanımı” yapıldı. Öte yandan Kanunun 2. maddesindeki “Terör suçlusu” tanımı tehlikeli bir düzenleme içeriyor. Kanunun 1. maddesinde sayılan amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile birlikte beraber veya “tek başına” suç işleyen veya amaçlanan “suçu işlemese dahi” örgütlerin mensubu olan kişi “terör suçlusu” sayılmaktadır. 2. Maddenin son fıkrasına göre “Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır”. Önceki düzenlemede yer alan (ve örgüt mensupları gibi cezalandırılırlar) cümlesi 2012’deki kanun değişikliğiyle madde metninden çıkarıldı.
Kanunun “Terör örgütleri” başlıklı 7 inci maddesi; 2006 yılında 5532 sayılı ve 11.04.2013 kabul tarihli 6459 sayılı Kanunla iki kez değiştirildi. Şimdi son olarak gündemde olan torba Kanun Tasarı Terörle Mücadele Kanunun 7. maddesinde değişiklik yapıyor.
7. maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatılması,” yürürlükten kaldırılıyor.
Yerine 7 maddeye eklenen fıkraya göre; “Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları halinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz.”
Böylece; 2013’den itibaren kolaylıkla adına “terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşü” denebilecek bir “tanım” kanunla yeniden içselleştirmek suretiyle; barışçıl her toplantı ve gösteri yürüyüşü artık çok daha kolay “terör örgütü propagandasına dönüştü” diye yaftalanabilecek. Suç tamam ve cezası da hapis!
Ardından kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar en az üç yıl ile beş yıl arasında hapis cezası istemi ile yargılanacaklar ve kimin attığı belli olmayan silah, molotof ve benzeri patlayıcılar kalabalık içinden seçilip yakalanan ve gözaltına alınanlara yıkılmak suretiyle dört yıldan az olmayan hapis cezaları verilecek...
Bu Tasarı ile bir taşla birçok kuş vurmak suretiyle amaçlarına ulaşmak isteyenlerin ortaya attığı silah, sapan, taş ve molotof üzerinden yapılan söz dalaşı ise hiçbir işe yaramıyor.
Özellikle PVSK’da esaslı değişiklikler getiren bu Tasarı kanunlaşmamalıdır. Aksi olur -ki kuvvetle muhtemel- kanunlaşırsa; polis devletinin temelleri sağlam biçimde atılmış olacaktır.
Ardından uygulama çok kolaylaşacak. İnşaatçılığa alışkın devlet yöneticileri; sanki kentsel dönüşüm projesi gibi algıladıkları “ileri demokrasiyi” inşa etmek için “sağlam temeller” üzerine örecekleri “duvarlarla” özgürlükleri hapsedecekler ve kolaylıkla ülkeyi etrafı dikenli tellerle çevrili büyük bir gözaltı mahalline dönüştüreceklerdir.