Geçtiğimiz hafta sonu bir korkulu rüyadan uyandık sanki. Ani bir kararla Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin ilk imzacı olduğu “İstanbul Sözleşmesi” nden Türkiye’yi bir imza ile çıkardı. Daha bunun şokunu atlatamadan Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alındığı haberi düştü bilgisayarlara. Ardından Taksim Gezi Parkı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesinden alınarak bir vakfa devredildiği haberi geldi. Yetmedi ülkede gözaltına alınanlara uygulanan “çıplak arama”yı TBMM’ye taşıyan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesini protesto etmek için yaptığı oturma eyleminin Meclise yapılan polis baskınıyla sona erdirildiği duyuruldu. İnsan Hakları Savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu sabahın erken saatlerinde Meclisten alınıp Kavaklıdere Polis Karakoluna götürülmüş bir süre gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılmıştı. Bütün bunlardan şunu öğrendik ki, artık Cumhur İttifakının yüzde 90’ına egemen olduğu yandaş medya yerine önemli haberler ancak Resmi Gazete’den okunarak öğrenilebilecek, sessiz ve sedasız. Üstelik de Nevruz’u kutlayan insanların coşkularına, bahar sevinçlerine bir darbe gibi.
Aramızdan erken ayrılan meslektaşlarımızdan biriydi Duygu Asena (19 Nisan 1946-30 Temmuz 2016). İyi bir gazeteci, iyi bir yazardı. İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilmesi söz konusu olunca Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” kitabı takıldı kafama. Daha sonra sinemaya da aktarılmıştı bu yapıt. Öngörülü yazardı Duygu. Kadının gücüne inanırdı. Ama kadını yok sayan erkek egemen toplumun değişebileceği konusunda bir inancı var mıydı bilemem. Toplumda kadının adı yok da mesela emek insanlarının, alın teriyle kazanan işçilerin, yoksulların adı var mı? Hukuk ve adaletten söz edilemeyen bir ülkede hak savunucularının bir adı var mı? Halkın haber alma, gerçekleri kamuoyuyla paylaşma adına uğraş veren gazetecilerin adı var mı? Gerçek peşinde koşan bilim insanlarının, yazarların, çizerlerin ve sanatçıların iktidar nezdinde bir adı var mı? Bunları düşününce yalnız kadınların değil düşünen, irdeleyen, sorgulayan her bireyin iktidarın karşısında gösterildiği, düşmanca hedef alındığı bir ortamı yaşadığımızı anlıyoruz.
Topluma bir ayna tuttuğumuzda kadınların ne denli cesur ve dirençli olduklarını görüp, kolayca teslim oluveren erkekler adına utanmamız gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak yalnız kadınlar değil bütün insanlık düşünüldüğünde her birey için bir ödevdir de. Cumhur İttifakı’nın ülkede var olan ırkçılığı devlet totalitarizmini giderek artırdığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem insanlık kimliğinden ödün vermeyen bireylerin bir arada olma ve dayanışma zamanıdır. Ülkem insanının tümünde olmasa da yarıdan çoğunda bu yürekli duruşun var olduğuna inanıyorum. Din bağnazlıklarıyla, devlet despotizmiyle insanları korkutmanın yolu kapanmak üzeredir. Artık bahardan sonra güneşli yazların zamanıdır. Gelecek bizim ve bizim gibi düşünen demokrasiye inançlı kadın, erkek, genç bireylerin ellerinde yükselecektir.
Yazıyı her zamanki gibi bir şiirle sonlayalım. Metin Eloğlu’nun insanın yüreğini ısıtan dizeleriyle buluşalım. “Değerleme”
Bu aşk senden önce hürriyete yöneldi
Gecenin ortasında sen sımsıcak bir kadın
İçinde sen varken geceler dile geldi
Barışa yöneldi umudu darmadağın
Onları özlemek belki senden güzeldi
Çünkü sen ancak onlarla vardın
Hayatın mavişliği onlarla vardı.