Geçtiğimiz hafta göz kontrolüm için gittiğim bir özel hastaneden ‘ameliyat’ teşhisinin ardından yaptığım araştırmada, göz rahatsızlığımın olmadığını Devlet Hastanesi raporuyla kanıtlamış ve bu gelişmeyi sizlerle paylaşırken, “Hasta mıyız yoksa müşteri mi?” sorusunu yöneltmiştim.
Hastalığımız bize özel de, tedavisini gerçekleştirecek olanların bazıları açısından müşteri olarak görüldüğümüz bir kez daha ortaya çıktı.
Kes, biç, dik…
Diktikten sonrası mı?
Boşver…
Önemli olan hem hastadan hem de SGK’dan yolunu bulmak olmuş sağlık alanında.
Bu durumda ‘ayıp’ sözü en kibarı.
Ötesi size kalmış.
Tabi ki bu konu çok dallı budaklı.
Çok farklı kesimlerden elde ettiğim bilgilere ‘kanıtsız’ olduğu için kaleme alamıyorum.
Ancak, durumun çok ama çok vahim olduğunu altı çize çize sizlerle paylaşmak durumundayım.
Elbette kanıtlı olanları da ‘haber’ olarak kamuoyu ile paylaşacağım.
Şu var:
Aman siz siz olun sağlığınız ile ilgili bir tespit yapıldığında hemen ‘tamam’ demeyin.
Çünkü karşınızda elinde bıçak olan biri var.
O bıçak nasıl ve ne için kullanılacak?
Kuşkulu.
Kuşkunuzu uyutmayın.
Sorun soruşturun ki, operasyon sonrasındaki final dikişi bir daha açılmak zorunda kalmasın.
**
Berbere gittim ki, önünde boylu boyunca uzatılmış bordür taşları.
“Hayrola meslek mi değiştirdiniz?” diye takıldığımda “Hayır Abi. Yandaki komşu araçlar park etmesin diye koydu o taşları.” Diye yanıt verdi.
Yol ana yol ama kişiye özel uygulama.
Güldüm.
“Neresi değil ki” diye yorumumu şöyle sürdürdüm:
“Ne yazık ki kentimizi babalar sardı. Her yer baba. Önüne gelen halkın kullanımına açık olması gereken tüm yolları veya çevreyi babaları ile kapatıp ‘yasak’ çekiyor. Hangi yer babasız değil ki. Yani baba işgali kentimizde diz boyu.”
Vasfiye Teyze gibi yorumladığımız da ise “Çok çektik çekiyoruz! Napcan mecbur!” demekten başka seçenekte yok ki.
**
Bu haftaya Can Yücel Usta’nın sözleriyle başlayalım mı?
Ne dersiniz?
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,
Çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
Sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
Yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
Vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım
hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!