Mardin’in Bilge köyünde 44 kişi katledildi. Mezarlıklar doldu, mezarlıklar kuruldu. Devlet yetkileri katliam yaşanan köye “korumalarıyla” geldi. Kalanlara başsağlığı dilediler.

 

Siz hiç sevdiklerinizin adı yazılı mezar başucu tahtası mezar toprağına çakılırken, mezara sarılıp yüzünüz, gözünüz, gözyaşlarınız toprağa bulanırken, toprak kokusundan önce sevdiğinizin kokusunu duyduğunuz bir ölümle karşı karşıya kaldınız mı?

 

Siz hiç avazı çıktığı kadar ağlamaktan sesi kısılmış çocuğun, asla elinden bırakmadığı oyuncağıyla annesinin mezarı başında yaşadığı acıyı gördünüz mü?  

 

Siz hiç üzerinde yaşadığınız bu toprakların güneydoğusunda yaşayan insanların yaşadıkları acılarla; kan, gözyaşı ve toprağa bulanmış haliyle ağıtlar yakılmış cenazelerinin ardından yürüyüşlerine tanık oldunuz mu?  Onlarda derin izler bırakan acıyı gördünüz mü?  

 

Görmeyin ve mümkünse hiç tanık olmayın. Unutamıyorsunuz…

 

Mardin’in Bilge köyündeki bu katliam vahşettir. Yaşanan dehşet ve bu katliamın hiçbir insani değerle izahı mümkün değildir…

 

Umut Vakfı olarak,  İstanbul Valiliği işbirliği ile 24 Eylül 2005 tarihinde “Türkiye’de Bireysel Silahlanma Sorunu: Çözüm Önerileri’ Arama Toplantısını gerçekleştirdik.

 

Bu toplantıda, güvenlik güçleri, gazeteciler, hukukçular, sosyologlar, psikologlar, doktorlar, avukatlar gibi çok geniş katılımın sağlanmaya çalışıldığı bir ortamda sorunlara çözüm arandı. Yaklaşık dört yıl öncesinden söz ediyoruz ve “biz demiştik” demek bile istemiyoruz... Ne demiştik? Tespitlerden birisi şu: “Kültürümüzün, şiddete ve silaha yatkınlık yaratan, şiddeti kanıksamayı doğuran öğeleri bulunmaktadır. Açık iletişim alışkanlığının olmaması, bireysel ve toplumsal güvenliğin sağlanmasından sorumlu aktörlere duyulan güven eksikliği, güvenlik güçlerinin oransız güç kullanımı, barış kültürünün tesisinden sorumlu olanların şiddet uygulayıcısı olabilme özellikleri, sorunu pekiştirmektedir.”

 

Toplumsal güvenliğin sağlanmasında, “sorumlu” olanlara güven duyulmuyor. Barış kültürünün tesisinden sorumlu olanlar nasıl oluyor da şiddet uygulayıcısı oluyorlar?

 

Geçici veya kalıcı görevli sayılan ve buna göre “kadro” verilerek aylık ücrete bağlanan  “köy korucuları”…Barış kültürünün tesisinde tek başlarına sorumlu değiller. Onları devlet yetkilileri, teröre karşı toplumsal güvenliğin sağlanmasından sorumlu kılmışlar ve yetkilendirmişler, silahlandırmışlar…

 

Bilge Köyü’nde 44 kişinin katledildiği saldırıda şüphelilerin olay sırasında uyuşturucu kullanıp kullanmadıklarının tespiti için kan örnekleri alınmış. Köyde toplam 2’si ruhsatsız 27 kalaşnikof ile katliam yapılan evde bulunan toplam 387 boş kovan balistik incelemeye gönderilmiş ve silahlardan dördünün olayda kullanıldığı tespit edilmiş. 

 

Acaba buradaki olayla köy koruculuğu arasında bir bağ kurmayacak mıyız? Kurulmalıdır. Sadece ve tek başına köy korucuları,  meydana gelen olayda tek başına “kurumsal ve bir bütün olarak sorumlu” değillerdir.  

 

Ortada “köy korucuları”nın tek başına sorumlu olmadığı çok başka bir “kurumsal” sorun vardır. Öncelikle çok ciddi, çok boyutlu ve aslında bu “sistem”in ürettiği kurumsal nitelikte hayati sorunların varlığını kabul etmeliyiz.

 

Önce “köy korucuları”ndan başlayarak sorunu sistemin bütünü içinde sorgulamalıyız. Türkiye’de yaklaşık 47 bini geçici olmak üzere 70 bin köy korucusu var(mış). 1 milyon askerin var olduğunu belirten gazete haberine göre; Türkiye’de 70 kişiden biri asker, 1000 kişiden biri de “korucu”. İçişleri Bakanlığı köy korucularını azatlamak yerine; 2008 yılında 10 bin korucu kadrosu daha açmış. Devlet bu sisteme yılda 227 milyon lira ödüyor. 

 

1986 yılından beri yürürlükte olan bu sistem en az 35 ilde uygulanıyor. Devlet yetkililerine göre, köy koruculuğu toplumda “çok ciddi sorunlar” yaratmış olsa da onların görevleri, terörle mücadele…Bu nedenle “yetkililer”, terör sürdükçe bu sistemden vazgeçilmesini mümkün  görmüyor…Köy korucuları çeteleşme dahil, gasptan uyuşturucu kaçakçılığına, cinayetten kan davasına kadar bir çok olayda boğazlarına kadar suça batmışlar. 1996 yılındaki resmi verilere göre, her üç köy korucusundan biri suç işlemiş. On yılda 23 bini aşkın köy korucusunun “terörle mücadele” görevine son verilmiş.

 

Bu sorunun tam ortasında bulunan, “köy koruculuğu” sisteminin içinden çıkan ve terörle mücadele ederken “kadrolu” çalışan, mühimmat sahibi, silahlı, kalaşnikoflu köy korucuları neden terör yaratıyor ve katliam yapıyorlar? 

 

Umut Vakfı Arama Toplantısı Hukuk Komisyonu raporunun bir yerinde şu yazılı: “Ayrıca geçici ve gönüllü köy korucularının ellerinde bulundurdukları ruhsatsız silahların teslimi ve ruhsata bağlanması hakkındaki yönetmelik yürürlükten kaldırılmalıdır. Bu yönetmelikte gösterilen köy korucularının ellerinde bulundurdukları silahlar teslim edilmelidir.”

 

Şimdi biz acaba “demiştik” mi demeliyiz?...

 

Umut Vakfı Arama Toplantısındaki Güvenlik Çalışma Grubu Raporunda,  ateşli silahların ruhsatlandırılmasında, kişilerden istenen sağlık raporlarının psikiyatri, ortopedi, nöroloji, KBB, göz, dahiliye dallarını kapsayacak şekilde sağlık kurulu raporu olarak düzenlenmesi istenmiş…Mutlaka kişinin öfke, kişilik, tepkisel ve ruhsal hastalığını kapsayan ayrıntılı psikoloji testlerin zorunlu hale getirilmesi, ruhsatların 5 yılda bir yenilenmesi, sağlık kurulu raporunun doğrudan ruhsat vermeye yetkili kuruma kapalı ve gizli olarak gönderilmesi uygun görülüyor.

 

Sorunun tam ortasındaki “köy korucuları” sistemini yaratan, büyüten ve vazgeçmeyen devlet yetkililerinin sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk çözüm için sorgulanmalıdır. Ancak sistem içinde kalarak, bu sistemin ürettiği sorunlar çözülmez.

 

Vahşet ve katliamların önlenmesi için yeniden başka katliamlar beklenmemelidir.