Her konuda takiye olduğu gibi, tavlama da olur. Bu, geleneksel takiyenin amacına ulaşmak için, yani kendi inanmadığına karşısındakini inandırmak için kullandığı yumuşak yöntemdir.
Başbakan Erdoğan'ın Balyoz davasının tutuklu sanığı Emekli Orgeneral Ergin Saygun'u ve Gazeteci Didem Tunç'u ameliyat oldukları hastanelerde yoğun bakımdayken ziyaret etmesi, elbet haber olurdu, insani bir olaydı. Kendilerinin bundan memnun olmaları da doğal. Ama bu ziyaret, şu bizim medyada günlerce o kadar sık, aynı görüntülerle yayımlandı ki, giderek bir siyasi propaganda izlenimi vermeye başladı.
Bu ziyaretin, bir Erdoğan klasiği olan gündem değiştirme amacı güttüğünü sanmıyoruz.
Orduyu yeniden düzenleme sürecinde, kantarın topunun kaçtığı belliydi.
Erdoğan'ın katı tavrı iktidara yakın çevrelerde bile eleştiriliyor. Özellikle Kürt sorununun çözümü konusunda, huzur ve barış özlemi hemen her kesimde dile getiriliyor. Haftalık Agos gazetesinin cuma günü birinci sayfadaki Ermenice manşeti: “Men sülhe ses verirem (ben barıştan yanayım) şeklinde.
Şimdi bütün beklentiler İmralı sürecinin ne olacağı sorusunda düğümleniyor. Erdoğan'ın Başkanlık tutkusu biliniyor ve bu bağlamda çeşitli senaryolar konuşuluyor.
Bu senaryolar üzerinde yürürken hafıza tazelemekte yarar var.
Kürt sorununu çözmek için, Doğu bölgesine yönelik vaadinden ne kadarı gerçekleşti? (Bunlardan biri de Diyarbakır'a hapishane vaadiydi!)
Her seçim döneminde, karizmasını da kullanarak Kürt kardeşlerimizi tavlayarak oyları devşirdi.
Erdoğan için çok önemli olan bu seçim dönemine girmeden, zeminin şimdiden hazırlanması gerekiyor.
Son örnek, İmralı sürecinde Erdoğan’ın nasıl ayak sürüdüğüdür.
Son vaat de Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ile yeni anayasayı  kotarmaktır.
Dana nice örnek son 10 yılın gazete koleksiyonlarında duruyor.
Bütün bunlardan sonra. Özellikle Barış ve Demokrasi Partisinin (BDP) ihtiyatla davranması önem taşıyor.  
“Suya götürüp susuz getirmek” söyleminin yıllardan süzülen bir halk deyişi olduğu unutulmamalı.

PERŞEMBENİN GELİŞİ  ÇARŞAMBADAN BELLİ

CNN Türk'te her sabah keyifle ve yararlanarak izlediğimiz, Ayşenur Arslan ile Akif Beki'nin sunduğu "Medya Mahallesi" programının yayından kaldırılmasına üzüldük, ama şaşırmadık. Dürüst ve düzgün gazetecilik yapan, basının evrensel kuralı gereği muhalif olan, ilkeli, dik duran gazetecilerin “Medya Siyaset-Ticaret” üçgeni içine giren büyük sermaye medyasında barınmalarının istisna olduğunu biliyoruz. Mesleğinde 40. yılına ulaşan Ayşenur Arslan için böyle bir hüküm verirken, Akif Beki bu programda yeni olduğu için hakkında mesleki bir değerlendirmeden kaçınıyoruz. Ancak programın akıbeti konusunda, daha önce olup bitenlere de bakarak, şöyle bir yorum yapıyoruz.
Sanki Akif Beki, oraya kendisini yakından tanıyanlar tarafından önerilmiş ve getirilmişti. Beki'nin Arslan'ı bezdirip programı rayından çıkararak sonlandırabileceği öngörülüyordu. Hemen her gün müstehzi bir gülümsemeyle, hatta küçümseme izlenimi veren tavırlarıyla, zaman zaman bizi bile feveran ettiriyordu. Bize göre Beki, isteyerek ya da istemeyerek böyle bir “son” un hazırlayıcısı oldu. Perşembenin geleceği çarşambadan belliydi.

GÜVEN  BUNALIMI

Başbakanın insani eylemi konusunda iktidar çevrelerinin de görüşünü bilmek tamamlayıcı olabilir.
Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nun pazartesi günü “Bu fotoğraf ne anlatıyor?” başlıklı yazısında, söz konusu fotoğrafın: “Bu iş bitti, her şey geride kaldı” diye yorumlanamayacağını belirtikten sonra, bir paragrafında şu anahtar cümle yer alıyor:
“Türkiye arınırken geride kırgınlıklar, yarım kalmış hesaplar ve haksızlıklar kalmaması gerekiyor.”
İyi hoş da, bunu gerçekleştirmede baş sorumlu olan Erdoğan 10 yıldır tek başına iktidarda. Kırgınlıkların, haksızlıkların olmaması için, bir şeyler yapması bir yana, tam tersine bir sürü haksızlıklara, kırgınlıklara neden olmadı mı?
Tutuklamaların haksızlığına ve uzamasına en azından beş yıldır seyirci kalmadı mı?
Erdoğan'dan kaynaklanan güven bunalımını gidermek kolay değil.

BİR KİTAP

Yalnız yerel basının değil, yaygın basınla birlikte Türk basınının büyük ustası Ekrem Balıbek’i sonsuzluğa uğurlayalı iki yıl geride kaldı. Balıbek memleketi olan Balıkesir’de 45 yıl önce kurduğu Yeni Haber gazetesiyle örnek oldu. Gazete, Ekrem Bey’in oğlu Esen Balıbek’in yönetiminde aynı doğrultuda yayınını sürdürüyor.
Ekrem Bey, basın meslek kuruluşlarının, bir araya gelip dayanışma için örgütlenmesinde de öncülük etmişti.  Onun yazıları yerel ile sınırlı kalmaz, ülke sorunlarını da kucaklardı. Bu yazılardan bazı seçmeler, İbrahim Oluklu tarafından yayına hazırlanarak  “Taşın Altındaki El - Ekrem Balıbek” adıyla kitaplaştırıldı. Kitap, basın tarihimiz için, hele yerel basın için belge niteliğinde.

ULUDERE’DE YENİ TESPİT

Uludere/ Roboski’de, askeri savaş uçaklarıyla 34 sivilin bombalanarak öldürülmesinin üzerinden 414 gün geçti. Bombalama emrini kim(ler)in verdiği ve onayladığı, hâlâ gizleniyor.
Şimdi öğreniyoruz ki; Diyarbakır C. Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma sürerken, avukatların gizliliğin kaldırılması için yaptıkları başvuru, savcılık tarafından reddedilmiş. Gerekçe de ne biliyor musunuz? Soruşturmada faillerin tespiti aşamasına henüz geçilmemesi!
Niye geçilemiyor dersiniz? Adalet mi eksik, cesaret mi?
Belli ki, bu kıyımı unutturmak için her yol deneniyor.
Asıl unutulmaması gereken ise, tarihin unutmayacağı.
Bir başka not daha düşelim:
Ölenlerin arasında bir Amerikalı olsaydı,  görürdünüz siz, faillerin nasıl tespit edileceğini.

RANTÇILAR İŞ BAŞINDA

Boğaziçi’nin en güzel yerlerinden birindeki Galatasaray Üniversitesi yangını üzerindeki kuşkular / endişeler sürüyor. Acaba buraya otel yapılır mı? Bir kısmına otel, yanı başına Alışveriş Merkezi (AVM) olur mu?
Bu tartışmalar gündemdeyken, Kadıköy’de 3. Derece Sit Alanı ilan edilmiş olan tarihi Kuşdili Çayırı AVM’ye dönüştürülmek tehlikesiyle karşı karşıya. Daha önce buraya yönelik AVM projesi, mahkeme kararıyla iptal edilmişti. Bu defa İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yeni bir planla burayı yapılaşmaya açıyor. Yani, AVM de yapılabilecek.
Olayı bir “akıl tutulması” olarak niteleyen Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, tüm dünyada AVM’lerin kent çeperlerine kaydırılmakta olduğunu belirterek: “Siz bunu bir kentin merkezine yaparsanız, orayı mahvedersiniz. Büyükşehir, Kadıköy’ün en merkezi yerine AVM yapıyor. Kadıköylülerin böyle bir talebi yok, bizim de yok. Tam tersine, karşı duruşumuz var. Peki, o halde kimdir buraya AVM isteyenler?” diye soruyor.
Bunu bilmeyecek ne var? Rant peşinde koşanların, bu tarihi ve güzel İstanbul’a her fırsatta neler yaptığı meydanda.
Üstelik, Kadıköy’ün zaten sıkışık olan trafiğinin, bir de AVM yoğunluğu eklenirse ne hale geleceği düşünülmüyor.

BİR ŞİİR

Dizelerimiz, Pablo Neruda’nın (1904 -1973) “Buğdayın Türküsü” şiirinden, Hilmi Yavuz’un çevirisiyle:
“Halkım ben, parmakla sayılmayan/ Sesimde pırıl pırıl bir güç var/ Karanlıkta boy atmaya/ sessizliği aşmaya yarayan // Buğday nasıl filizini sürer de/ Çıkarsa toprağın üstüne/ Güzelim kırmızı elleriyle/ Sessizliği burgu gibi deler de/ Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde”