Başvurucu Hanifi Avcı vekili Avukat Refik Uçarcı tarafından 2 Mayıs 2013 tarihinde Anayasa Mah-kemesine yapılan başvuruda; Hanifi Avcı hakkında verilen tutuklama ka-rarının hukuka aykırı ol-duğunu, tutukluluk ve tu-tukluluğu devamına ilişkin mahkeme kararlarına karşı yaptığı itirazların formül gerekçelerle reddedildiğini, bu kararlara karşı ulusal hukukta etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu, suçluluğu hakkında maddi bir kanıt bulunmamasına rağmen tutukluluk halinin devam etmesinin masumiyet karinesini zedelediğini, aynı dosya kapsamında örgüt üyeliği suçlaması yöneltilen bazı sanıklar serbest bırakılırken kendisinin tutuklu bulundurulduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm tarafından, Başvurucunun 2.5.2013 tarihinde yaptığı ve 2013/2814 numaralı bireysel başvurusu incelenip 18.06.2014 tarihinde karar verilmiştir. Karar üç gün sonra 21.06.2014 tarihli 29037 Sayılı Resmî Gazete yayımlanmıştır.
Demek ki, AYM kişi özgürlüğü ve güvenliği, tutukluluk hali ve adil yargılanma hakkı ile ilgili olarak bir yıl bir ay içinde karar vermiştir. Hak ihlali iddialarının özellikle “tutukluluk hali” ile ilgili olması dikkate alındığında inceleme için geçirilen bu süre çok uzun bir süredir.
AYM önce başvurunun kabul edilebilirlik incelemesini yapmıştır. Başvurucu, öncelikle tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarına karşı yaptığı itirazlarının mahkemelerce formül gerekçelerle reddedilmiş olması nedeniyle tutukluluk kararlarına karşı itiraz edebilecek etkili bir yolun bulunmadığını ileri sürmüştür.
AYM bu iddiayı Anayasa’nın 19. maddesinin (7) ve (8) fıkrası çerçevesinde incelenmiştir. Anayasaya göre “Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir. / Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.” (Madde 19/ 7-8)
AYM İkinci Bölüm; kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkındaki Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci ve AİHS’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkralarının ne olduğunu açıklamıştır. Bu düzenlemeler her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Esas olarak bu düzenlemeler “tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine, bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından” bir güvence oluşturmaktadır.
AYM’nin CMK’da “tutukluluğun incelenmesi” hakkındaki hüküm bakımından soruşturma evresinde en geç otuzar günlük süreler itibarıyla, kovuşturma evresinde ise tutuklu sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da en geç otuz günlük süre içinde hâkim veya mahkemece resen karar verileceği hakkındaki CMK’nun 108. Maddesi hakkındaki görüşü şudur: Tutukluluk halinin incelenmesiyle ilgili CMK’nun 108 inci maddesine “göre yapılacak değerlendirme resen (ex officio) yapılmakta olup Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez.”
Bu nedenle başvurucunun “Derece Mahkemesince resen gerçekleştirilen tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen kararların kendisine bildirilmediğini ve dolayısıyla bu kararlara itiraz etme imkânı bulamadığı” yönündeki şikâyetlerinin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Bu gerekçe tartışılmalıdır. Çünkü “resen gerçekleştirilse” bile “resen verilen karar” hukuki değerlendirme ve bir karar olduğuna göre; bu karara karşı, etkin ve sonuç alıcı nitelikte itiraz yoluyla kararın hukuka uygun olup olmadığın hakkında denetimini sağlayan hukuk yolunun sağlanması gerekir.
Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığını ileri sürmüştür. AYM’sinin bu iddiayı “dayanaktan yoksun” bulduğu için kabul edilemez bulmuştur. Gerekçesine göre; “Dava dosyasının incelenmesinden, başvurucunun tutuklanması için yeterli şüphenin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvuru dosyasında bunun aksini ifade eden herhangi bir husus da yer almamaktadır.” Oysa tutuklama için asıl aranması gereken “yeterli suç şüphesi” değildir, aksine “kuvvetli suç şüphesinin” bulunup bulunmadığıdır. Ayrıca hangi tutuklama nedenleri neden vardır? “Aksini ifade eden herhangi bir husus” denilince “tutukluluk halinin sürmesi” için bu “husus” nedir ve “aksini ifade eden” husustan ne anlaşılmalıdır?
Fikrimce “tutukluluk” hali bakımından asıl tartışılması gereken sorun “tutukluluk” halinin özüdür. Yani “tutuklama” müessesesidir. Bu koruma tedbirinin nasıl, ne zaman ve hangi hallerde uygulanması gerektiğidir.
Ama AYM’si bu kararında asıl bu tartışmanın yapılması yerine; “uzun süre tutuklu kalmak” hali üzerinden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasına göre değerlendirme yapmayı tercih etmiştir. Giderek “tutukluluk hali” ile ilgili tartışma yerine “uzun süre tutuklu kalınması” yani tutukluluk süresinin makul olup olmadığı halinin incelenmesini içselleştirilmiştir.
Bu noktada AYM’sine göre; “tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir” görüşündedir.
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm, esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılması ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığının göz önüne alınması gerektiği görüşündedir.
Başvurucu için yapılan tahliye taleplerinin reddine dair kararların gerekçelerine bakan ve bu gerekçeleri inceleyen AYM; “…bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu” tespitini yapmıştır. Yani Başvurucu Hanifi Avcı’nın tutukluluk halinin devamına ilişkin mahkeme kararları “meşru” değildir ve hatta meşruluğu gösterecek özen ve içerikte değildir.
Bu tespite göre başvurucunun tutuklulukta geçen süresinin makul olup olmadığını kabul eden AYM; “Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez” diyor.
Bu gerekçelerle; AYM İkinci Bölüm tarafından başvurucunun “tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği” yönündeki şikâyeti yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Acaba bir gün herkese lazım olan hukuk için kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılması hali olan “tutuklama” nedir, ne olmalıdır ve hangi hallerde nasıl uygulanmalıdır sorusuna yanıt vermemiz gerekmez mi? Hapsedilenlerin, tutsakların, hapis tutulanların ve tutuklananların tahliyesinin sağlanması için uzun tutukluluk halinin mutlaka ve mutlaka yaşanması, tutuklulukta geçen makul sürenin muhakkak aşılması şart mıdır?