Kimi dalkavuk olur, kimi soytarı…
Kimi insanlar dalkavuklardan hoşlanır, kendisini beğenenlerle birlikte olmayı ve kendine yaltaklananları etrafına toplamaya bayılırlar.
Düzene uygunluğun tarifi dalkavukluktur.
Düzenin soytarıları, saray soytarılarıdır. Her sarayın bir soytarısı vardır, bazı saraylarda birden çoktur ama soytarının bir sarayı bile yoktur.
Soytarı ile dalkavuk farkını İlhan Selçuk yazmıştı:
“Soytarı balonları iğneler.
Dalkavuk balonları şişirir.
Ne olursa olsun ister bir yüksek makamda otursun ister bir yargı kurumunda bulunsun ister bilim adamı kılığına bürünsün ister kalem erbabından sayılsın dalkavuğun soytarıdan besbeter olduğunu tarihler yazarlar.
Çünkü soytarının zaman zaman efendisini uyardığı görülmüştür de dalkavuğun şişirdiği balonlara tutunarak yükselmek kimseye nasip olmamıştır.”
Soytarı, iki anlamlıdır. Bazen hakarettir, bazen sert eleştiridir. Tarihte soytarı kralı uyarır, açıkça kraldan çekinmeden fikrini, gerçeği söyler.
Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre; soytarı söz ve davranışlarıyla halkı güldürüp eğlendiren kimseye denir. Taklitçi, maskara, hilecidir ve kaşmer demektir. Bir oyunda, sirkte gülünç davranışlarla seyircileri eğlendiren sanatçı soytarıdır.
- kralı eğlendirmesi için davet edilen soytarılar; zamanla kralın danışmanı olmuştur. Dalkavukluk etmeden doğru bildiklerini ve gerçekleri krala anlatan, görüşlerini onunla tartışabilen sarayın kadrolu kişilerine dönüşmüşlerdir.
Soytarılıktan danışmanlığa geçiş döneminde İngiltere’de 8. Henry’nin (1491 – 1547) soytarısı ve danışmanı olarak görev yapmış olan önemli isimlerden birisi William Sommers’dir.[i]
Yargıçlar ve yargı eleştirilebilir. Bu eleştiriler karşısında yargıçların tepkileri neler olabilir?
Bu konuda AİHM'si 3. Dairesinin Skalka / Polonya davası ilginç bir karardır (27.05.2003 tarih, Başvuru no: 43425/98). Bu karar yargıçlara yapılan hakaretlerle ilgilidir. Polonyalı Bay Edward Skalka, cezaevinde hırsızlık suçundan dolayı verilen mahkûmiyet cezasını çekerken cezaevinden, Katowice Bölge Mahkemesi Başkanına bir mektup göndererek, adını vermediği bir yargıçtan şikâyetçi olmuştur. Bölge Savcısı, Bay Skalka’nın mektubunda yargıçlardan "sorumsuz soytarılar" diye söz etmesinden, defalarca "küçük sersem", "soytarı", "kara cahil", "aptal”, "öylesine sınırlı bir birey", "seçkin sersem" biçimindeki laflarından dolayı dava açar. Skalka sekiz ay hapis cezasına mahkûm edilir. Mektupta eleştiri sınırlarını aştığı kabul edilmiştir ve karar kesinleşir. Skalka, bir mahkemenin kimliği belirtilmeyen bir çalışanına karşı eleştiri yöneltilmesinin, AİHS'nin 10. maddesi kapsamında ifade özgürlüğünün kullanılması olduğunu ileri sürmüştür.
Mahkeme (AİHM), başvurucunun mektubunda aşağılayıcı kelimeler kullandığının şüphesiz olduğunu, mektubunda "sorumsuz soytarılar" ve şikâyet konusu cevabı yazan kişi hakkında "önemsiz sersem", "bir aptal", "küçük kişi", "önde gelen sersem" gibi başka kaba ifadeler kullanmış olmasını ve mektubun ifade tarzının da açıkça aşağılayıcı olduğunu gözlemiştir.
Ama AİHM’sine göre mahkemeler, diğer bütün kamu kurumları gibi, eleştiriden ve denetimden muaf değildirler. Bir ifade açıklamasının tek amacı bir mahkemeyi veya o mahkeme üyelerini aşağılamak ise, uygun bir cezalandırma, ilke olarak Sözleşme'nin 10/ (2). Fıkrasını ihlal etmeyecektir. İfade özgürlüğü hakkını kullanan kişilerin açıklamayı yaptığı şartlar ve söz konusu müdahaleye ilişkin olaylar bir bütünlük içinde birlikte değerlendirilmelidir. AİHM'e göre sekiz aylık hapis cezası, orantısızdır ve çok serttir. "...olayda uygulanan cezanın ağırlığı, suç fiilinin ağırlığını aşmaktadır. Bu fiil yargı organına aleni ve bütüncül bir saldırı değil, fakat halkın haberinin olmadığı karşılıklı bir mektuplaşmadır. Dahası suçun ağırlığı, başvurucuya uygulanan cezayı haklı kılacak ölçüde değildir. Ayrıca bu, başvurucunun kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aştığı ilk olaydır. Bu nedenle, daha az bir ceza haklı görülebilecek olduğu halde, ulusal mahkemeler ifade özgürlüğünün "gerekli" istisnasını oluşturan sınırın ötesine geçmişlerdir." Bu nedenlerle Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
2017 yılında “Türk Yargısının İfade Özgürlüğü Konusunda Kapasitesinin Güçlendirilmesi AB-AK Ortak Projesi” kapanış yazılarından birisinde bir yargıç görüşü anlatılmış, ilginç…
Bir AİHM’si yargıcı makalesinde “ben soytarı değilim” demiş…
Olay İngiltere’de geçer. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ürdün'de bombalı saldırı planlamakla suçlanan 51 yaşındaki Ebu Qatada’nın (Katade) İngiltere'den sınır dışı edilmesine izin vermez (18.04.2012). Qatada İngiltere'de tutuklanmış, kefaletle serbest bırakılması talebi reddedilmiş. El Kaide bağlantılı olduğu iddia edilen Ebu Katade, şartlı tahliye edilmiş. İngiltere, El Kaide'nin eski lideri Usame Bin Ladin'in Avrupa'daki sağ kolu olduğu öne sürülen Katade'yi 2009'da ülkesi Ürdün'e gönderme kararı almış. İngiltere İçişleri Bakanı Theresa May Qatada’nın 30 Nisan'da Ürdün'e yollanmasının planlandığını açıklamıştı. Ocak ayında AİHM; Qatada'nın Ürdün'e teslim edilmesi halinde bu ülkede işkence ile edinilmiş delillerin kendisine karşı kullanılabileceği gerekçesi ile “sınır dışı” edilmesine onay vermeyerek engellemişti. AİHM’sinin bu kararları İngiltere’de geniş tepki görmüştü.
The Times gazetesi 19/04/2012 tarihli baskısında “Avrupa’nın Saray Soytarıları” başlığıyla başyazısı yayımlamış. Haberde, (AİHM) Mahkeme hâkimlerinden bazılarının yer aldığı kocaman bir fotoğraf ve fotoğrafın altında Mahkeme Başkanının bir konferanstaki sözünden yapılan alıntıya yer verilmekteydi.
The Times, yazılarında ve haberlerinde AİHM hâkimlerini eleştirmişti. Gazetenin ikinci sayfasında, “Avrupa’nın Saray Soytarıları” başlıklı manşet konusu ayrıntılı olarak ele alınmıştı. Bu yazılardan birinde, “Geciken adalet, AİHM adaleti çoğu zaman frenliyor, Britanya’nın bu otoriteye saygı göstermesine devam etmesi isteniyorsa Mahkemenin çalışmasını hızlandıracak acil bir reforma ihtiyacı bulunuyor.” şeklinde bir yoruma yer verilmişti.
Yazarlar yayımlanan makalelerinde “soytarı” kimdir sorusuna açıklık getirmişlerdi:
“…edebiyatta saray soytarısı sağduyunun ve dürüstlüğün sembolüdür. Shakespeare’in Kral Lear adlı eserinde saray soytarısı, krala karşı açık yüreklilikle konuşabilen ve alaycı davranabilme yetkisinden faydalanarak her türlü eleştirel gözlemde bulunabilen bilge bir karakterdir. Gerçekleri genellikle paragrafların, bilmecelerin ve şarkıların içerisinde dile getirir. Krala karşı açık yüreklilikle konuşmaya cesaret eden diğer herkes gibi soytarının başı da ciddi anlamda derde girebilmekte, Kral Lear’in kendi sözlerinden anlaşılabileceği üzere bazen soytarı da cezaya çarptırılabilmektedir. Ancak ve ancak sarayın en aşağı kademesindeki soytarı kralın en faydalı danışmanı olabilirdi. Soytarının acı gerçekleri dile getirme özgürlüğü daha fazlaydı. Çünkü insanlar onun konuşmalarını ciddiye almıyordu. Dile getirdiği gerçeklere şakaymış gibi gülünüp geçilebiliyordu.”
(AİHM) Mahkeme Başkanlığı yapan Nicolas Bratza’nın kısa öz geçmişine haberde yer verilerek; “Yaş 67, AİHM’nin İngiliz Başkanı, Londra’ya 1. Dünya Savaşı’ndan sonra gelmiş, Sırp bir konser kemancısının oğludur. Yüksek Mahkeme yargıçlarından daha yetkili bir konumda olan Bratza, İngiltere’de hiçbir zaman üst düzey bir yargıç makamına sahip olmamıştır.” şeklindeki görüşler yazıda yer almıştır.
AİHM yargıçlarından Egbert Myjer, ifade özgürlüğü ve özellikle gazetecilerin ödev ve sorumluluklarını incelediği makalesinde düşüncelerini şöyle açıklamıştır:
“Ne yalan söyleyeyim, ‘The Times’taki haberi görünce ilk başta ne düşüneceğimi bilemedim. İlk tepkim kendimi incinmiş, sarsılmış ve rahatsız hissetmek oldu fakat sonra mantıklı düşünmeye başladım. Bu haber benim Hollandalı biri olarak hiçbir zaman tam olarak anlayamayacağım tipik İngiliz mizah anlayışının örneğiydi. Avrupa’nın Saray Soytarıları lafı olumlu bir anlamda yani Uluslararası Hükümlülükler hakkında açık yüreklilikle bir şeyler söylemeye, faydalı eleştirel gözlem ve değerlendirmelere cesaret edebilen tek bilge Avrupalı karaktere atıfta bulunur bir tarzda kullanılmış olabilir miydi yoksa benim hiç farkında olmadığım bir İngiliz gazetecilik geleneğinden mi kaynaklanıyordu bu haber? İngiliz gazeteleri Mahkemeyi tahkir konusundaki geleneksel hukuk kavramıyla bağlı olmadığında yargıçlar hakkında sürekli böyle haberler mi yapıyorlardı? Mahkemeyi kendi silahıyla mı vuruyorlardı veya Hollandaca da bizim dediğimiz gibi, kendi hamurunda yoğrulmuş bisküvi mi veriyorlardı?”
Yargıç Myjer, söz konusu habere dair yorumunu şu sözlerle tamamlamıştır:
“The Times gazetesinde çıkan haberin verilme biçimiyle yukarıda dile getirilenler karşılaştırıldığında, sizce arada nasıl bir bağlantı olabilir?
Basının, siyasetçiler ve kamu açısından, hâkimlerin üzerlerine düşen ağır sorumluluklarını kendilerine emanet edilmiş olan görevin temelini oluşturan amaçla uyumlu bir şekilde yerine getirip getirmediklerini doğrulama araçlarından biri olduğunu tekrarlamak elbette ki faydalı olabilir. Aynı şey AİHM açısından da geçerlidir.
Basın özgürlüğünün yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız yahut ilgilenmeye değmez görünen bilgi veya fikirler için değil aynı zamanda devlet veya toplumun bir bölümü için incitici, sarsıcı veya rahatsızlık verici bilgi ve fikirler için de geçerli olduğu pek tabii ki doğrudur. Ayrıca gazetecilere tanınan özgürlüğün, belirli bir derecede abartıya hatta provokasyona başvurma ihtimalini kapsadığı da doğrudur. Ne var ki yayının biçiminin gazetecilik etiğine uygun olup olmadığının sorusu da bir miktar önem arz etmekte olup, hâkimlere yönelik kabul edilebilir nitelikteki eleştirinin sınırları ise oldukça dardır.
Başkalarına duyulan saygı ve etik prensiplere duyulan bağlılıktan ötürü, gazetecilerin kendi kendilerine koyduğu sınırlar ‘The Times’ı bu şekilde bir yayın yapmaktan kaçınmaya itebilirdi. Bu tür durumda yazının muhatabı olan üç yargıç tarafından kaleme alınarak editöre mektup göndermek suretiyle genelde etkili bir tepki yöntemi kullanılabilir.
Ancak söz konusu mektubun, yargıçlar tarafından yazılan son paragrafında ‘Ne var ki geçmişten gelen bir ağırlığa ve saygınlığa sahip gürleyen lakaplı bir gazetenin meseleleri çarpıtıp önemsizleştirmesi kimseye bir yarar sağlamaz.’ diyen son cümlesinin gazetede yayımlanmamış olması, iyi niyetli bir bakış açısıyla, editörlerin kendilerini bir parça rahatsız hissetmiş olduğuna dair bir gösterge olarak da yorumlanabilir.
Fakat bir an için ‘The Times’ın, AİHM’yi olabilecek en koyu ve en büyük punto ile Avrupa’nın Saray Soytarıları olarak adlandırarak Mahkemenin otoritesini sarsmaktan ötürü ulusal mahkemelerde dava konusu edilmesinin mümkün olduğunu düşünelim.
Diyelim ki en yüksek İngiliz mahkemesi, ‘The Times’tan özür dilemesini istesin. Sonra da ‘The Times’, AİHM’ye başvurup 10. madde kapsamındaki hakkının ihlal edilmiş olduğundan yakınsın. Mahkeme de bu davada bütünüyle çekilmesin (Zira 6. madde kapsamındaki içtihatlarında ayrıntılı bir şekilde ele alındığı üzere, ‘The Times’a nesnel tarafsızlık teminatı sağlamak için yapabileceği tek şey bu olacaktır.) ve varsayalım ki Mahkeme, bir seferliğine ikincillik ve takdir yetkisi prensiplerini önemsemesin. Peki bu durumda ne olur? Bu soruyu cevaplamaya hazır değilim. Ben meddah değilim hatta bir saray soytarısı bile değilim.”[ii]
Saray Soytarısı olmayı kimler ister, kimler seçer?
Soytarılar…
[i]Mahfi Eğilmez. Kralın Soytarısı. 29.06.2013.(The Autobiography of Henry 8: With Notes by his Fool Will Sommers, yazarı: Margaret George, Ballantine Books, New York, 1987.) https://www.mahfiegilmez.com/2013/06/kraln-soytars.html
[ii] Mehmet Taştan. “Siyasetçi Hakkındaki Haberler Bakımından Basın Özgürlüğü”. İfade Özgürlüğü üzerine Makaleler Uluslararası Kapanış Sempozyumuna Katkı Kitabı. 27 Mart 2017 Ankara Sayfa 29