Dünyanın en sihirli ülkelerinden biridir burası, öyledir ki;
“Denizlerinde, dağlarında, ormanlarında, taşların arasında, halen minik adamcıkların görüldüğü rivayet edilir.”
Avrupa içlerinde, çok da bilinmeyen sihirli bir diyardır burası...
Merhaba, sizleri bir masal diyarına götürmek istiyoruz…
Hamburg’dayız, Hanse Stadt Hamburg, Almanya’nın ve Avrupa’nın en büyük limanına sahip, 150 farklı ülkenin insanlarıyla devleşen bir kentteyiz…
Fantom der Opera, Cats, Der König der Löwen, Tarzan ve birçok ünlü müzikalin, uzun yıllar ara vermeden sahnelendiği kentte, müzikallerin kentindeyiz… Elbe ve Alster nehirlerinin birleştiği noktadan Kuzey denizine açılan dev limanı ile tek başına bir eyalet Hamburg… Deniz öylesine içine işlemiş ki; Kıyı şeridinde yer alan her kasabanın, her köyün denize yazılmış hikayeleri var…
Ve Hamburg’da yüzyıllardır kutlanan bir festivaldeyiz, cadılar bayramında…
Cadılar bayramı yani Samhaim gecesi, bilinenin aksine Amerika’nın değil, kökü çok eskilere dayanan bir Avrupa kültürüdür.
German-Kelt kültüründe cadılar bayramı, doğanın ölmesi ile soğuk ve sonsuz kışa hazırlanmayı sembolize eder. Takılan korkunç maskeler ise, kötü ruhları korkutmak içindir.
Cadılar bayramı Hamburg’da her yıl büyük bir coşku ile kutlanır. Düzenlenen festivallerde dünyanın her köşesinden yükselen müzikler burada buluşur.
Öyleki, Faroe adalarında yaşayan halkların, yüzyıllar öncesinden söylediği deniz şarkıları ile Keltlerin, balık avına çıktıkları gecelerde sisler arasında süzülerek ilerleyen kayıklarında mırıldandıkları hüzünlü melodileri bu festivalde duymak mümkün…
FAUN topluluğu, çok uzaklardan denizlerin esintilerini getiriyor bize. İlk çağdan itibaren, Orta Avrupa’dan yola çıkan ve dört bir yöne dağılan Keltlerin müziğini yaşatıyorlar. Sadece müzikleri değil, topluluğun ismi de Kelt kültürünün bir parçası. FAUN, Kelt kültüründe doğa tanrısı anlamına geliyor. FAUN ayrıca Yunan mitolojisindeki keçi ayaklı kır tanrısı Pan ile benzer özellikler taşıyor ve de Pan’ın Latince’deki adı Faunus’u yaşatıyor…
Samhaim Festivali, eksi 7 derecede tüm hızı ile devam ederken ateşin başında başladık sohbetimize FAUN topluluğunun üyeleri ile… Orta çağ kıyafetleri giymiş yüzlerce insan ile birlikte bir Orta Çağ köyündeyiz… Şovalyeler, kamburlar, leydiler ve dilenciler… Evet, Orta Çağ dilencileri ile beraberiz… Ve dilenciler sadece Ortaçağ para birimi olan “ Taler”i kabul ediyorlar. Festival girişinde, üzerimizdeki Euro’yu ‘Taler’la değiştirdik. Çünkü kapıda mızrakları ile bekleyen muhafızları başka türlü ikna şansı bulamadık...
Birkaç adım ötede tüm ihtişamı ile yükselen dev şehir Hamburg, bu küçük Orta Çağ köyüne yenik düşmüş adeta, yüzlerce yıl geriye gitmişiz… Yanımızdaki çadırdan yükselen örs ve çekiç sesleri o kadar ritmik ki, sohbetimize ayrı bir renk katıyor.
Ve kesif bir koku… Hemen kaynağını buluyorum, sandalyelerimizin üzerine atılan keçi postundan geliyor. Ve bu arada çevreye, alabildiğine cezp edici kokular da yayılıyor. Pişen ekmekler, kızartılan okyanus balıkları, baharatlar, porselen şişelerde ikram edilen bira ve şarapların kokusunda, alabildiğine soğuk bir gecede, hemen ateşin başına dönüyorum.
Festival alanında yüzyıllar öncesinden tüm detaylara yer verilmeye çalışılmış. Örneğin; önce kraliyet ailesine, sonrada tüm Avrupa’ya ve oradan da tüm dünyaya ünü yayılan Hollandalı Erasmus’un görgü kitabı henüz ortalıklarda olmadığı için, çatal bıçak kullanılmıyor. Etleri parçalayarak ve tıpkı bir elma yer gibi koca lokmalar halinde öğütüyoruz dişlerimizin arasında. Etin yanında patates kızartması da yok. Çünkü Amerika henüz keşfedilmediği için Avrupa patatesle tanışmamış o çağlarda… Sadece patates değil, domates de yok.
Edison da henüz ortalıklarda olmadığı için etrafta hiçbir elektrik lambasına rastlamıyoruz. Ortalıkta sadece o dönemi yansıtan efsanevi ateşlerle aydınlatılan bir köy var…
Tamamen German-Kelt dönemlerinin yaşatılmaya çalışıldığı festivalde, ortama uyum sağlamayan kıyafetlerle dolaşan sadece bizleriz.
FAUN topluluğu ile konser öncesinde ateşin karşısına geçtiğimizde ise kendimizi sıcak bir sohbette dalmış bulduk.
Grubun solisti ve gayda sanatçısı olan Fiona’ya, gayda çalmayı nerde öğrendiğini neden bu kadar merak sardığını sordum.
Verilen cevap nefisti;
“Havada uçan kuşlardan, martılardan öğrendim, onlar gibi konuşmak, şakımak istedim”
Dedesi uzun yıllar önce Hindistan’da bir kıyı köyünden, okyanusları aşarak, Avrupa’ya gelen ve dört kuşaktır Avrupalı olan Nill Mitra ile uzun uzun Keltlerden konuştuk. Nill Mitra, müziklerine esin kaynağı olan doğadan bahsederken ben de dayanamayıp Karadeniz’in tulumundan girdim konuya. Bu sohbet hiç bitmeyecek gibiydi ama sahneye çıkma anı geldi.
FAUN, Ortaçağ Keltik müziği ile Doğunun tınılarını bütünleştirdiği konserinde izleyicileri adeta o dönemlere sürükledi.
Büyülenmiş dinleyiciler arasında, bir ara grup solistlerinden Sandra ile göz göze geldik, dışarıdaki sohbetimizde;
“ müzisyenleri periler korur, bu yüzden sihirlidir müzisyenler” demişti. Gerçekten de sihirli bir atmosfere götürdüler bizi.
Müzik akımlarının sınırlarını hiçe sayan FAUN, her geçen gün hayran kitlesini arttırıyor… German-Kelt enstrümanlarının ezgilerini modern akımlarla bütünleştirip sihirli atmosferler yaratıyorlar. Diğer benzer gruplarla kıyaslandığında ise FAUN, müziklerini Doğu ritimleri ile bezeyen çok sesli özelliği ile önplana çıkıyor. Birçok farklı enstrüman la seslendirdikleri parçalarında, büyüleyici bir bütünlük yaratıyorlar. Şarkılarının sözleri ise oldukça ilginç… Şarkılarında eski çağlarda doğaya tapınan toplumların ve su perilerinin öyküleri var.
“Yüzüklerin efendisi” kitabındaki birçok kahraman; Elfler, orman perileri Keltlerden esinlenilerek kitaba yerleştirilmiş. Günümüzde ise dünyaca ünlü, İrlandalı dans toplulukları, “River Dance, Lord of the Dance” Kelt dansları ve müzikleri ile hayat buldu.
Konseri dinlerken kendimi ‘Ne kadar da Karadeniz ezgilerine benziyor’ demekten alıkoyamıyorum. Aynı tulum, aynı coşkun çığlıklar ve aynı periler… Aynı sihirli ormanlar ve doğa tutkusundan bahseden şarkılar…
Grubun Davulcusu Rudiger; Sahnede elinde Arbani ile yaptığı dansta, adeta Orta Asya şamanlarını andırıyordu.
Birden Türkçe bir parçayı acaba nasıl seslendirirlerdi diye düşündüm. Faun grubunun erkek solisti Oliver, bir sonraki albümlerinde ” Uzak denizleri anlatan, Türkçe bir parçaya yer vereceklerini” söyledi ve “ acaba bir öneriniz olabilir mi “ diye sordu. Fiona ise gülümseyerek
“ aman 9/8 lik olmasın, halen zorlanıyorum” diye söze karıştı… Ve ateşin başında veremediğim kararı veriyorum, “ evet, önerim olacak”
Gazeteye yazımı yazdığım şu sıralarda, nasıl bir parça önerebilirim diye düşünüyorum.
Kelt-German müziği yapan ve periler tarafından korunan, bu gizemli Topluluğa nasıl bir Türkçe parça önerebilirim…
Bir iddiaya göre, Kırım ve Kafkaslardan çıkıp Orta Avrupa’ya yerleşen Keltler, savaşlar, kan ve gözyaşı içersinde dört bir yana dağılmışlar. Batı Fransa, Kuzey Almanya, Danimarka ve de İrlanda’ya kadar göç eden Keltlerin, bugün büyük bir toplumun ecdadı olduğu söylenir ve hatta 3. yüzyılda, Anadolu’ya uzanan kolları, Galatlar, Anadolu tarihinde hayli iz bırakmışlar.
Ama tüm bu göçlerin ardından bilinen tek gerçek şu ki; günümüze kadar ulaşan tulumlar, gaydalar , tüketilmemiş kokular,sevinç çığlıkları hala yaşatılmakta… Denizler, Ormanlar, yüksek dağlar, doğa var şarkılarında. Tabiata kendini adamış toplumlar var, farklı dillerde farklı dinlerde olsa da rivayet olunan minik adamcıklar, su perileri, efsaneler var bizi bize yakınlaştıran...
Gizliden, belli belirsiz bizi tebessüm ettiren o kadar çok şey var ki! O kadar çok ki!
Bu bilmediğimiz yerlerde...