Sayılar 10 binlerle konuşuluyor. Stat, üniversite gibi büyük toplulukların olduğu yerlere, polise yardımcı olmak üzere, özel güvenlik görevlilerinin yerleştirileceği açıklanmıştı. Tabii ki bunlar iktidarın emrinde olacak. Nitekim, iktidar yanlısı “ana akım medya” bundan hiç rahatsızlık duymadı. Ötekiler de pek üzerine gitmedi. Vatan’da Mustafa Mutlu, Cumhuriyet’te Orhan Bursalı değişik yönlerden konuya değindiler.

Olayı “Özel polis ordusu geliyor” şeklinde değerlendiren Bursalı şunları yazdı:

“Biliyorsunuz stadyumlar RTE ve iktidarın protesto edildiği yerlere dönüşüyor bazen. Beyefendi çok rahatsız! Çünkü tam da halk kesiminin bulunduğu stadyumlarda protestolar kendilerini çileden çıkartıyor. Oraları kendine bağlı polis ordusu ile koruyacak. Bu ne demektir, neler olacak anlayın artık!”

Biz anladığımız kadarıyla tarihe bir not düşüp aradan çekilelim. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanmasında hesapta olmayan aksaklıklar çıktığı zaman, son çare olarak, geleneksel bir yöntem vardır. İnançlar ve etnik hassasiyetler üzerinden iç çatışmalar çıkarılır. Emperyalist güçlerin laboratuvarları bunları çok iyi bilir ve ustalıkla uygular. İki ayrı güvenlik gücünün bulundurulması bu bakımdan gereklidir. Adına ordu denilen anayasal kurumlar, biraz sakardır; bazen kontrolden çıkabilir!                                                                                   

 

ÜNİVERSİTE CEPHESİNDEN                                                                               

Vatan’da Mustafa Mutlu, olayın üniversiteler tarafına kulak vermiş; İstanbul Üniversitesinde dört yıl rektörlük yapan Prof. Dr. Mesut Parlak ile konuşmuş. Prof. Parlak’ın “panik halinde” olduğunu belirterek, söylediklerini şöyle aktarıyor:  

“Üniversitelerde küçük çaplı olaylar yaşanması, bu kurumların doğası gereğidir. Çünkü üniversiteli gençtir. Delikanlıdır. Heyecanlıdır. Coşkuludur. Yanlış bulduğu uygulamalar ve haksızlıklar karşısında tepkisini eylemler yaparak, bağırarak dile getirir.

Bunu öğrenciliğimiz sırasında hepimiz yaptık. Hatta bugün bu kararı alanlar bile yaptılar. Ama dünyanın hiçbir gelişmiş demokrasisinde bağıran, çağıran, hatta taşla sopayla kavga eden öğrencilerin karşısına eli silahlı memur dikilmez. Hiçbir üniversiteye silah sokulmaz. Şimdi bu karar hayata geçirilirse üniversitelerde ve stadyumlarda mermiler havada uçuşmaz mı? Tekrar altını çiziyorum: Çok ama çok büyük olaylar çıkar. Toplu cinayetler işlenir!”

ÖĞRENCİ-HOCA DAYANIŞMASI

Büyük kentlerin üniversitelerinde öğrenci–hoca dayanışmasına sıkça rastlıyoruz. Bunların yeni bir örneğini Balıkesir Üniversitesinden aktaralım.

Balıkesir Üniversitesinde (BAÜ)  bir öğretim üyesi, hak ettiği profesör unvanı verilmediği savıyla ilginç bir eylem yapıyor.

Genel Türk Tarihi Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı Doç Dr. Sebahattin Şimşir, üç yıl önce hak ettiği doçentlik unvanını Danıştayda açtığı ava sonucunda kazanabildiğini, ancak özlük haklarından hâlâ yardımcı doçent olarak faydalandığını belirterek, odasının kapısına: “Yandaşlarına idareci olan yönetimi kınıyorum” yazısını yazdı.

Öğrenciler, kapıdaki yazının fotoğrafını çekip, İnternet’e koyunca olay bir anda izlemenme ve destek rekoru kırdı. Öğrencilerin destek paylaşımı bir blogda hemen 100 bin tıka ulaştı.

Sebahattin Şimşir, Rusça ve Türk lehçelerinden çeviriler yaparak 29 kitap yayımladığını, böylece profesörlük koşullarını yerine getirdiğini de belirterek: “Profesörlük hakkım verilene kadar protestom sürecek” diyor.

KİŞİLİĞİNE SAHİP ÇIKMAK...

Hafta içinde Evrensel’de ayrıntısını okumuşsunuzdur, ama biz hem editoryal bağımsızlık ilkesi hem kişiliğine sahip çıkma açsından naçizane desteğimizi belirtmek üzere, kısaca anımsatmak isteriz. Şöyle diyor Mehmet Y. Yılmaz:

“Dün bu köşede ‘Faşist yasaklar, demokrat ikna eder” başlıklı bir yazı yazmıştım, konu AKP’nin gündeme getirdiği ‘içki yasakları’ kanunu ile ilgiliydi.

Neden olduğunu anlayamadığım bir şekilde yazımın son bölümü ‘uçmuş’! Sizlerden bu nedenle özür dilerim. Yazımın kaldığı yerden devam edeceğim.”

Şu bizim medyatik medyanın bugün ne hallere geldiğini belirtmesi bakımından, örneğin bu kadar bile yetmez mi?

Ekleyeceğimiz şu olabilir:  Medya – Siyaset – Ticaret ilişkileri yüzünden, basın bugüne kadar olduğundan çok daha ağır bir dönemden geçerken dayanışma ve cesaret daha çok önem kazanıyor.

BU ACELE NEDEN?

Başbakan Erdoğan’ın alkol yasağı konusundaki acelesinin nedenini Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer BDP’nin (Barış ve Demokrasi Partisi) alt komisyondaki temsilcisi Adil Zozani’den dinlemiş. Biz de oradan aktaralım:

“Zozani’ye göre AKP, referandum ve iki seçim için meydanlara çıkmasının öncesinde ‘muhafazakarlığını kurumsallaştırmak, pekiştirmek’ istiyor. Torba kanun metninde ‘Kursların, yurt ve pansiyonların harcamalarının Diyanet bütçesinden karşılanması’ gibi pek çok maddenin bulunduğuna dikkat çeken Zozani, ‘Bunların sağlıkla, çocukların korunmasıyla ilgisi yok. AKP toplum mühendisliği peşinde. Bu da AKP’nin 28 Şubat süreci’ değerlendirmesini yapıyor.”

BİR ŞİİR

İtalyan Franco Fortini diyor ki:

“Ülkem, çok yazdım senin için/ Ve hep yazacağım/ İçimde, düşüncemde/ Günümde gecemdesin./ İşte böyle geçecek ha-yatım/ Ve inanıyorum, bana dudakların/ Bir gün ‘Oğlum’ diyecek./ Ve kavuşacağım toprağına.”