İkinci Dünya savaşı bitmek üzereydi…Doğu cephesinde 13 Ocak 1945 sabahı Sovyetler büyük bir operasyon başlatmıştı. Kızıl Ordu ilerliyordu. Sovyet birliklerinin attığı bombalar duyulmaya başlayınca Auschwitz’ten kaçanlar özgürlüklerine kavuşmak için gece gündüz yürüdüler. “Ölüm yürüyüşü”ne çıkan 56 bin kişiden 15 bini yolun sonunu göremedi. Yol kenarına sıralanan cesetler Auschwitz’in son kurbanlarıydı. İki hafta geçti. Sovyet birlikleri 27 Ocak 1945’te Auschwitz toplama kampına ulaştı. “Ölüm Kampı”nda hayatta kalabilenler kurtarılmıştı. Kamptaki yaklaşık 60 bin kişiden 7 bin 500'ü ise zaten adeta birer ölü gibi görünüyordu ve onlar uzun sürecek yürüyüşe katılamayanlardı… (Deutsche Welle.Türkçe. Birgit Görtz / Hülya Köylü Schenk. 27.01.2013)
Federal Almanya Cumhuriyeti, Nazi kurbanlarını 27 Ocak 2018 günü anacak…Aklıma Auschwitz toplama kampının kapanışı sırasında insanların kurtarılması ve Ölüm Kampının kapoları geldi…
"Nazi kamplarında Auschwitz, Trebilenka gibi Nazi kamplarında, özel ayrıcalıkları olan, kamp yöneticileri adına hareket eden tutuklulara/tutsaklara "kapo" denildiğini biliyorsunuz, sanıyorum. İkinci Dünya Savaşı'nın kana boğduğu Avrupa'da kapo'lar; kendi insanlarının onurunu çiğnemek, acı çektirerek onlara boyun eğdirmek için Nazi kasaplarınca seçiliyorlardı. Kendilerini kurtarmak için, dürüst olsun olmasın her yola, her türlü acımasızlığa hırsızlığa ihanete başvurmaya hazır insanlardı. Aslında kapo'lar da kurbanları gibi tutsaktılar ve üstelik onlar gibi Yahudi idiler, ihanetlerini ve acımasızlıklarını sergiledikleri ölçüde, yaşayabileceklerine inandırılmışlardı (…)
Bir acılı dönemin, kan ve gözyaşı dolu savaş yıllarının çoktan unutulmuş olması gereken kapo'larını anımsamanın; kapo'ları böyle bir karşılaştırmanın aracı yapmanın, çok acımasız bir tavır olduğunu düşünebilirsiniz. Kitle iletişiminin köşe başlarındaki yöneticiler için yapılan "kapo" benzetmesini garipseyebilirsiniz. "onlar niçin kapo?" ya da "Türkiye bir toplama kampı mı?" gibi haklı sorular sorabilirsiniz (…)
Medyadaki kanlı iç savaş sürdükçe "bazılarının" niçin "kapo" olduklarını, çok kısa bir süre sonra nasıl olsa görecek ve anlayacaksınız. Şapka düşmüş, artık kel açılmıştır. Herkes ama herkes "sabah" olmadan, "akşam" gelmeden gerçeği nasıl olsa görecektir. Türkiye halkını ancak, bir süre daha kandırabileceklerdir. Daha doğrusu okur ve izleyici olarak sizin katkınız sürdüğü sürece yanıltabilecek/kandırabileceklerdir, bu bir anlamda sizin tercihiniz olacaktır.
Ama bunca yıldır siz hala, Türkiye'nin bir toplama kampı olduğunu göremediyseniz; bence durum, asıl bu nedenle, gerçekten "vahim" boyuttadır, sevgili arkadaşlar"
Gazeteci Erbil Tuşalp "Demokrasi Sizin Neyinize" adlı kitabında "kapoları" yaklaşık çeyrek asır önce böyle yazmıştı, özetledim (Papirüs Yay. Aralık 1995. sy 238-239).
Yıllar geçtikçe bu topraklarda cezaevleri inşaatları arttıkça demokrasi geriledi, adaletin bir dirhemi ve hukuk bile kalmadı. Üstüne üstlük kapolar arttı ve her meslekte görünmeye başladı…Vardı ve varmış aslında! Kapolar, yaşamımızın somut bir parçasına dönüştü, tıpkı Türkiye’nin açık cezaevine dönüşmesi gibi!
Neredeyse cezaevlerine giriş için sıra numarası verilecek, giriş sırayla, ama çıkış yasak!
Kapolar, ihbar ettikçe, gammazladıkça tutsak oldular. “İçeriden” aldıkları haberleri “dışarıya” habermiş gibi yutturdukça, kötüledikçe ve kötü olduklarını sahibinin sesine duyurdukça ve yarandıkça; ihanetleriyle yaşayabileceklerini zannederek ayakta ölmüşler içinde saf tuttuklarını çok iyi biliyorlardı.
Kapolar en çok gazeteciler içinden çıktı…Onları ne hazindir ki; hukukçular, ne yazık akademisyenler takip etti…Umarım, durur.
Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir. Bu cümle Anayasanın 19. Maddesinin birinci cümlesidir. 2001 Anayasa değişiklikleriyle güçlendirilen ve güvenceye kavuşturulan kişi özgürlüğünün sağlanması amacı boşuna değildir. Demokratik hukuk düzeninde temel haklara Anayasada yer verilerek hukuk yoluyla teminat altına alınmalıdır.
Hukuk düzeninde “özgürlüklerin” teminat altına alınması amacıyla Anayasada yer verilmesinin yanında, yasama, yürütme veya devlet organlarından kaynaklanan saldırılara karşı temel hakların korunmasının da şart olduğu fikrini benimsemeliyiz. Hukuk devleti böylece zenginleşebilir. Aksi, insan haklarına aykırıdır.
Temel hakları ihlal edilen kişiler bireysel başvuru hakkına sahiptir. Bu haklarını ister Anayasa Mahkemesi ister Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde kullanabilirler. Hak aramak için kabul edilen yargısal yolların tümünün benimsenmesi ve kabulü demek; insan haklarını en temel norm olarak kabul etmek demektir.
Bireysel başvuru yolu; gerçek veya tüzel kişilerin haklarını ihlal eden herhangi bir işlemin anayasallık denetimine başvurulabilmesini teminat altına alan yargısal usuldür. Anayasa Mahkemesi önünde hakkını arayan bir bireyin bireysel başvuru hakkı ile ulaştığı yargısal bir sonuçtur, başlangıç değildir. Anayasa yargısında bireysel başvuru hakkı ikincil bir yargılamadır. Anayasa Mahkemesinin hukuk devletinin ve temel hakların teminat altına alınmasını sağlayan, demokratiklik prensibini ete kemiğe büründüren bir yapıya kavuşmasını sağlayan da aslında; bireysel başvuru hakkıdır. Anayasal demokrasi bu yargısal yollarla sağlanabilir. Temel hakların korunması yoluyla demokratik hukuk devleti, hukuk, adalet ve vicdan yaratılabilir. Yargının işlevi budur, gücü budur! Temel hakları, insanı korumak amacı; yargının asli görevidir.
Yargının görevini yerine getirirken yol gösterici pusulası, insan haklarıdır.
İnsan, insan hakkını korumakla insandır.
Gazetecilikte, hukukta, avukatlıkta, yargıda, mesleklerin tümünde ve hayatta kapolar olmaz, olmamalıdır; kapoluk insanlığa yaraşmaz.
Auschwitz toplama kampının kapıları açıldığında sağ kalabilen kurtarılanlar birbirlerine tutunarak, el ele tutuşarak, zor zahmet yürürken birbirlerine destek olmaya çalışarak insanca bir dayanışma içinde kampı terk ettiler…Kaçarken Naziler kapolarını yanlarında götürmedi. Acaba 27 Ocak 1945 günü “kapolar” kamptan dışarıya nasıl çıktılar?
Görmedim ama biliyorum.
Auschwitz toplama kampının kapıları açıldığında kapolar kimsenin ve birbirlerinin bile elini tutamadan, kimseye tutunamadan, 27 Ocak 1945 günü ölüm kampından dışarıya çıktılar, tek başlarına ve yapayalnız bir ölü olarak yürüyüp gittiler…