Biriktirenlerin günlüklerinden geçen zaman hangi mekânda tek tek sayılır?
Osman Kavala 2141 gündür hapiste…
Mücella Yapıcı ve aynı davadan 503 gündür hapiste olanlar…
500 gün… Sayanlara ve zamana inat gün saymak zordur.
Hapishane, içerdekiler ve dışarıdakiler için zor iştir.
Geçen zaman nasıl geçer; Nazım Hikmet’in dizeleriyle anlatmalı…
“Hapiste günler ağır geçer
ama seneler çabuk, derdin,
hapiste insanı olan için de öyle:
günler ağır
seneler çabuk.”
Hapishanede gün ağır geçer. Zamanı biriktirmek güç iştir!
Biriktirenin zamanı mıdır sayabildiklerimiz yoksa zaman bir birikim midir?
Böyle deyince Oktay Akbal’ın “Zaman Bir Birikimdir”[i] yazısını anımsadım…
“Zaman bir birikimdir. Yoksa, her gün birbirinin eşidir. Güneş doğar sonra batar. Sonra yeniden, sonra yeniden. Kimi mevsim daha güçlü, kimi mevsim daha güçsüz. Yağmurlu, karlı olur, soğuk olur, sıcak olur. Bütün ayrım bu kadardır.
Zaman birimi insanların buluşudur. Günden güne bir şeylerin değiştiği, yıprandığı, eskidiği, yaşlandığı görülmüştür, o zaman insanlar bu doğup batan güneşlerin anlam taşıdığını düşünmüşlerdir. Bir gündür, her güneşin doğuşu batışı. Yedi gün bir hafta, dört hafta bir ay, on iki ay bir yılı oluşturur. Bize göredir bu, doğanın yaratıklarına göredir, yoksa doğanın kendisi ilgisizdir bu zaman denen şeye karşı!
Bakarsınız bir dağa, elli yıl önce nasılsa öyle, bir deniz yüz yıl önce nasılsa öyle.
İnsanlar değişir durmadan, kuşaklar gelir, kuşaklar gider.
Durdurun bu seli, seçin iki yüz elli yıl öncenin bir insanını gelişi güzel, sonra da bugünden başkasını. Arayın bir ayrım, bir üstünlük aralarında. Zor bulursunuz.”
Kimlerin kimlerden uzaklığıdır?
Hapislik demeden hapishanede zaman geçirmek ve “görüldü” damgalı zamanın mührünü yemiş mektuplara kavuşmak nasıl bir sevinçtir?
“Görüldü” damgalı yaşamların sayıldığı günlerdir zamanı biriktirmek.
Mücella Yapıcı biriktirdiği zamanları sayıyor…
"Sevgili dostlar, Osman Kavala 2 bin 137 gündür, bizler ise 500 gündür sizlerden uzağız. Ama sesiniz kulağımızda, muhabbetiniz, görüldü damgası olan mektuplarımızda. Adalet talebiniz, dayanışmanız ve desteğiniz için ise her an yanı başımızda. Bir tarafımızda Gezi'de kaybettiğimiz çocuklarımızın gözlerindeki parıltı, bir tarafımızda özgür, güzel günlere olan inancınız, inancımız. Hukuksuz günleri saydığımız değil, umudu yükselttiğimiz, üzerimize çöken karanlığı söküp attığımız günlerde birlikte olmak dileğiyle hepinizi kucaklıyorum."
Ve söylendiği gibi muhabbetiniz; “görüldü damgalı”; ama olsun varsın. Ne kadar kıymetlidir muhabbet ne kadar güzeldir dostlarınızla sohbet…Hele hele muhabbet insanıysanız apayrı bir özlemdir. Zamanın kıymetlisidir!
Ali Hakan Altınay; herkese mektup yazmış. Sözler hapishaneden gönderilmiş…
“…Mahkemede defaten söyledim: Ben Gezi’ye katılmadım. Bu basit gerçeği kimseye duyuramadığım için, 4 ay önce şöyle bir davette bulunmuştum: Gezi’de bomba, mermi, taş ya da slogan attığımı veya başkalarına bunları atmayı telkin ettiğimi gösteren bir tek belge, fotoğraf ve tanık bulabilene istediği ödülü vereceğim. Tek bir kişi bile ortaya çıkmadı. Ben mizaç olarak talepkarlığı değil muhabbeti önemseyen birisiyim. Bunu sadece bu ülkede değil tüm dünya için de önermiş, Batılı dostlarımıza Türk’lerin can kulağıyla dinlemek dediği şeyi denemelerini, bunun Türkiye’de muhabbet diye bilinen bir pratik olduğunu yazmış birisiyim.”
Can kulağı ile dinlemek ve muhabbet; zamanı boşa geçirmek değil kıymeti bilinmesi gereken bir değer… Talepkarlık değil, mühim olan muhabbet…
Kerim Korcan hapishaneleri anlatan kitaplarıyla hapishanelerde zamanı biriktirdi…
İşte hapishane romanlarından ikisi; Linç ve Tatar Ramazan…
“Mahpushanede zaman “Kara bir kuşak gibi çözüle sarıla geçer, katıksız lokma gibi mahkûmun gırtlağına durur.” (Linç: 115), “Ne bir yaprak uçar gider tatlı bir rüzgârda. Ne de bir su akar toprakta şırıl şırıl. Aysız, yıldızsız, namussuz bir mahpushane gecesi. İnsanlar uzanmış zaman salhanesinde…Sürüyüp geçer zincirini tembel zaman” (Tatar Ramazan: 16)”[ii]
Zamanı sayanları anlayan varsa ne iyi? Eğer yoksa; orada kimse var mı?
Orada kimse var mı?
Yıkıntılar üstünden yıkıntıların altında kalanlara yukarıdan böyle seslenilir...
Sonra sessizlik gelir, duymak için…Eğer “kimse varsa” ses vermeleri beklenir…
Dayanışma zamanıdır eylül ayı…
Can Atalay “Tam 500 gündür dayanışması eksik etmeyen tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederiz. Adaletsizlik, zulüm değil; biz kazanacağız. Eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin ülkesini baştan başa hep beraber kuracağız. Yaşasın dayanışma" sözleriyle teşekkür etmiş.
Tayfun Kahraman “Sevgili dostlar, geçen 500 günde demokrasi ve adalet talebine verdiğiniz destek ve yaşanan hukuksuzluğa karşı gösterdiğiniz dayanışma için teşekkür ederim. Umarım çok yakında bu hukuksuz tutukluluk sona erecek ve özgür günlerde yine birlikte olacağız o günün bir an önce gelmesi ümidi ile hepinizi hasretle selamlıyorum.” demiş…
Dayanışma denilince tam zamanıdır Şili halkı ve Salvador Allende’yi eylül ayında anmak…
Gün saymak ve hapiste zaman biriktirmek güç iştir.
Kaç zaman, kaç senaryo biriktirilir ise bu kadar zor zamanda; işte o kadarı birikmiştir zaten.
Yaşam bir film gibi ve zaman geçip giden bir roman…
Oktay Akbal, “Zaman Bir Birikimdir” yazısı şöyle bitiyor:
“(…) Evet, zaman yalnızca bir birikimdir. O birikimi iyi kullanmak, değerini bilmek gerek. Birbiri ardına geçen günlerin gecelerin getirdiklerini harcatmamak, elden çıkarmamak, ona buna kaptırmamak, onların üstüne yenilerini, daha iyilerini, daha üstünlerini koymak…
İnsanlığın belirtisi budur, insan olmanın gereği budur.
Kuşaklar durmaksızın daha iyiye, daha güzele doğru ilerleyecek, gerilemeden, ara vermeden, yerinde saymadan… Zamanın getirdiği, kazandırdığı değerlerden yararlanarak, onları kendimize katarak bir bütün halinde oluşturarak…”
Mekanlarda biriktirilen zamanlar için insan olmanın gereği budur!
Zaman ve mekân… Zamanı biriktirmek ve mekanlarda “görüldü” damgalarıyla yaşamak!
Sürüyüp geçiyor zincirini tembel zaman…
[i] Oktay Akbal. “Zaman Bir Birikimdir.” “Gençler Bize Bakıyor” adlı kitabından
[ii] Soner Akpınar. Kerim Korcan’ın Hikâye ve Romanlarında Hapishane. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 17, 2 (2010) 21-36