Ahmet Kaya ağladıkça diyor.
Dağlarda öfkeli başı
Serhatta hep akşam oluyor . diye de devam ediyor.
Ağladıkça.
Ağladıkça..
Ağladıkça
Dağlar yeşermiyor!
Yeşermiyor.
Ağladıkça, taşlara da can geliyor.
Ağlanıyor sadece.
Gözyaşı.
Burukluk.
Yutkunamamak.
En sonunda da boşalmak.
Bol bol.
Tırı vırısız.
Ağladıkça kavgada bitiyor.
Ağladıkça duygusallık ele alıyor duyguların gizemlerindeki bozkırları.
Bağırmak geliyor içten içe.
Belki de kanatlı/kanatsız uçmak.
Sınırları aşmak.
Uzaklara koşmak bir daha ardına bakmamak kararlılığıyla.
Ağlamak.
Söz dinlemeyen isyanlarınla
Kalbinle kavga etmek.
Nasıl mı?
İşte böyle:
Güzelmiş çirkinmiş önemli değil,
Ben ona aşığım onu isterim.
Aklıma bin türlü çılgınlık gelir,
kalbe söz geçmiyor canım efendim.
Bir kuru selamı gönderebilse,
yakarım bu canı eğer benimse,
Alamaz elimden azrail gelse,
Ben ona vurgunum onu isterim,
kalbe söz geçmiyor canım efendim.
Herşeyi bir yana atacak kadar,
Uğrunda sürgüne gidecek kadar,
Kendimi ölüme atacak kadar,
Ben ona vurgunum onu isterim,
kalbe söz geçmiyor canım efendim.
Bir kuru selamı gönderebilse,
yakarım bu canı eğer benimse,
Alamaz elimden azrail gelse,
Ben ona vurgunum onu isterim,
kalbe söz geçmiyor canım efendim.
Kalp ağlatır.
Ahmet Kayalı dağ ağlatır.
Mehmet Kayayı da!
Aşk bu aşk.
Kalbe söz geçiremez.
Ağladıkça şarkısını dinlemeli şimdi.
Ilık ılık esmeli rüzgar.
Ardından da İlkay Akkayanın sesine kulak vermeli.
Bakmıyor çeşmi siyah diyebilir.
Sonrasını da ancak Hamiyet Yücesesin o nur sesi çözebilir.
Hey aşk hey aşk.
Gözün kör olmasın e mi!
Ah sen yok musun sen!
Ne ahlar aldın.
Ne vahları da sürükledin.
Kırık bir çerçeve çünkü.
Kırık!
Emel Taşçıoğlunun bayramdan bayrama türküsü de yetemez.
Gar yağar yüce dağların başına.
Keskin mi keskin.
Ve buz gibi