Bilim Akademisi barış için imza atan Akademisyenler hakkında başlatılmış olan soruşturmalar üzerine2016 yılı Nisan ayında “Özgür İfade, Bilim ve Toplumsal Gelişme” başlıklı bir Rapor yayımlamıştı. Üniversiteler çoğulcu kültür ortamıdır. Bu ortam nedir ve nasıl meydana gelebilir? Bilim Akademisi Raporunda “çoğulcu kültür ortamı” denilince ne anlaşıldığı tanımlıyordu. “Demokrasilerin oluşup geliştiği toplumların kültür ortamı çoğulcu (pluralist) bir içeriktedir. Çoğulcu kültür ortamının mevcudiyeti, aykırı olmanın ve aykırı fikirleri savunmanın (dissent) adeta dokunulmaz ve kutsal bir değer olarak kabul edilmesiyle mümkündür. Bu, bir tek kişinin herkesten farklı ve hatta taban tabana zıt bir görüşte olması durumunda bile, o kişinin fikrini korkmadan, tehdit edilmeden, gözdağı verilerek sindirilmeye çalışılmadan savunabilmesi anlamına gelir (G. Sartori, Political Parties and Party Systems, 1978)”. Raporda deniliyor ki, bilim insanının özgün uzmanlık kapsamı dışındaki ifade özgürlüğü, demokraside herhangi bir yurttaşınkinden farklı olmayan bir biçimde siyasal konularda hiçbir kaygıya kapılmadan düşünce ve kanaat bildirme koruması altındadır. Bu özgürlük aynı zamanda bilim insanının ifade özgürlüğünü koruduğu gibi “ayrıca onu mesleki kariyerinin zarar görmesi yönünde etkilememesi anlamına da gelmektedir (Eric Barendt, Academic Freedom and the Law)”
Bilim insanları geliştirdikleri düşünceleri üniversite dışında da özgürce ve kaygı duymaksızın ifade edebilmeleridir. Örneğin, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (AİHM), Mustafa Erdoğan v. Türkiye kararında, akademik özgürlüğün, yalnızca akademik ve bilimsel araştırmalarla sınırlı olmadığını, akademisyenlerin kendi araştırma, uzmanlık ve yetkinlik alanlarında sahip oldukları görüş ve fikirleri özgürce ifade edebilmesini ve özel olarak da kamusal kurumları eleştirebilmesini kapsadığını belirtmiştir. (Bilim Akademisi http://bilimakademisi.org/wp-content/uploads/2016/04/nisan-2016-BA-ifade-ozgurlugu-raporu-1.pdf)
Günümüze dönelim… Günümüzde bilim insanlarının ifade özgürlüğü ya da bu hakkı kullanmış olmaları nedeniyle başlarına neler geldiğine, iş ve çalışma hakkına bakalım!
Mersin Üniversitesi “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiride imzası olduğu gerekçesiyle “görev sürelerinin uzatılmayacağını” bildirmek suretiyle iki akademisyenin daha işine son verdi. Bu uygulamayı “adaletsiz” bulan bir kısım meslektaşları ise “Mersin Üniversitesinin Sayın Öğretim Elemanları, Sayın Meslektaşlarımız” başlıklı duyurularıyla üzüntülerini dile getiriyorlar ve olup bitenlerin “ciddi bir şekilde” değerlendirmesi gerektiği görüşündeler. Çünkü Mersin Üniversitesinde yaşanan sürecin “hukuki ve akademik teamüllerin yerini kişisel tasarrufların alması, burada çalışan herkesin çalışma hayatını bugün veya yarın bir biçimde etkileyecek.”
Sonra tarih sırasıyla yaşananları örneklerle paylaşmak için “duyurularında” özetlemişler:
Yrd. Doç. Dr. Yasemin Karaca… Tarsus Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Yüksek Okulunda akademisyen. Barış İçin Akademisyenler imzalı metin 11 Ocak günü kamuoyu ile paylaşıldığı günlerde Yasemin Karaca’nın dosyası Rektörlükte. Rektörlük dosyayı iki kişinin raporlarının aynı olması gerekçesi ile tekrar yüksekokul Yönetim Kuruluna göndererek başka bir jüri kurulmasını ister. Duyuruda, “her fakülte ve yüksekokulda aynı anda sözleşme süresi dolan adaylara yazılmış, aynı ibareleri içeren onlarca rapora rastlanabilir” deniliyor. Tanıklar ise bu kurullarda görev yapan akademisyenler… Yönetim Kurulu, Rektörlük isteğini kabul eder ve YÖK Kanununa göre sadece bir jüri üyesinin kurum dışından olması gerekirken; hukuka aykırı bir yöntemle yeniden oluşturulan jürinin 3 üyesi de “kurum dışından” belirlenir. Daha önce üç jüri üyesince de Yasemin Karaca hakkında olumlu değerlendirme raporuna ve çalışmasına devam konusunda olumlu görüş bildirilmiş olmasına karşılık; yeniden oluşturulan yeni jüri tarafından “olumsuz olarak” değerlendirildi ve böylece bu yöntemle Karaca’nın sözleşmesi yenilenmemek suretiyle işten çıkarılmış oldu.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Şener, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesiöğretim üyesiydi. “Dosyanın Dekanlık tarafından Rektörlüğe geç gönderilmesi” nedeniyle işten çıkarıldı. Mustafa Şener zamanında fakülte sekreterliğine dosyasını teslim etmiş ve jüriden olumlu raporu almış olmasına rağmen dosyası Dekanlık’ tan Rektörlüğe (dosyanın gönderilmesi Dekanlık sorumluluğunda olmasına rağmen) geç gönderilmesi nedeniyle Mustafa Şener işten çıkarıldı. Aynı süreçte dosyası geç giden bir başka yardımcı doçentin de görevine son verildi ama iki üç ay sonra yeni kadro ilanı verilerek bu kişi yeniden işe alındı.
Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Veli Mert ise Rektörlük Tarafından oluşturulan jüri kararı ile işten çıkarıldı. İlk olumlu Rapor doğrudan Dekanlık tarafından oluşturulan Jüri tarafından hazırlandı. O sırada Dekan, imzacı akademisyenleri soruşturma komisyonunda da görev yapan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Kaya idi. Jürinin iki üyesi kurum dışından atandı. Kurum içinden jüri üyesi olumlu rapor verdi, diğerlerinin olumsuz raporu ile Veli Mert’in iş akdi yenilenmedi. Ancak bu sefer Rektörlük değil, Fakülte Yönetim Kurulu doğrudan jüri raporlarına dayanarak sözleşmeyi yenilememiş oldu. İlginç olan, olumsuz karara imza atan Fakülte Yönetim kurulunda, dosyaya daha önce olumlu rapor veren bir jüri üyesinin de olması…
Uzman Galip Deniz Altınay ve Uzman Bermal Aydın iseİletişim Fakültesi’nde çalışıyorlardı. Haklarındaki Faaliyet raporları, 2015 yılının Kasım ayında, tüm 1 yıllık sözleşmeli akademik personel gibi, görev süresinin uzatılması talebiyle Rektörlüğe gönderildi. Fakülte Yönetim Kurulu tarafından başarılı bulunan ve hizmetine ihtiyaç duyulan bu öğretim üyeleri ile ilgili olarak Barış İçin Akademisyenlerin imza sürecinde Rektörlükten Fakülteye “haklarında idari ve adli soruşturma bulunan personelin uzatma talebinin yeniden gözden geçirilmesi” yönünde yazılı olarak geri bildirimde bulunuldu. Sözlü olarak da, fakülteden gönderilecek olan ikinci ve yeni değerlendirmeye “takdiri Rektörlüğe bırakın” yazılması telkini ile birlikte… Fakülte Yönetimi ikinci kez yazılı bildiriminde “takdiri Rektörlüğe bıraktı”. Daha önce Rektörlük tarafından fakülte için hizmetlerine ihtiyaç duyulan akademisyenler bu defa “gereksiz bulundu” ve sözleşmeleri uzatılmadı.
Araştırma Görevlisi Esin Gülsen, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi olarak çalışırken haklarında “olumlu” Kurul kararı olduğu ve Fakülte Yönetim Kurulu’nun görev süresinin uzatılması görüşüne rağmen “takdirin” Rektörlüğe bırakılması sonucunda sözleşmesi uzatılmadı.
Son uygulama ise İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Yrd. Doç. Dr. Melehat Kutun ve Yrd. Doç. Dr. Bediz Yılmaz Bayraktar hakkında… Bu defa iş akdini sona erdiren doğrudan doğruya Rektörlük…
Bölüm Kurulu Raporu, jüri raporları ve Fakülte Yönetim Kurulu kararı görev sürelerinin uzatılması yönündeydi. Ancak, Rektörlük akademisyenlerin BAK metnini imzaladıkları için görev sürelerinin uzatılmayacağını yazıyla bildirilmiş.Böyleceişten çıkarılmışlar. Gerekçe ise imzaladıkları metin nedeniyle Savcılık tarafından TCK’nin 301 inci ve TMK’nun 7 inci maddesine göre haklarında soruşturma açılmış olması…
Duyuruda bu durumu Akademisyenler şöyle değerlendiriyor: “Rektörlüğümüz, masumiyet karinesini ihlal ederek sonuçlanmamış bir idari soruşturmaya ve henüz ifade alma aşamasına bile gelmemiş olan bir adli soruşturmaya dayanarak Hocalarımızın sözleşmelerini yenilememiştir. Durum bu arkadaşlar. Sırada sözleşme yenileme süreleri yaklaşan arkadaşlarımız var. Mersin Üniversitesi, bu süreçte yukarıdaki uygulamaları ile Türkiye’de kamu üniversiteleri arasında tek, evet “tek”. Sözleşme yenilememe ile işten çıkarmayı bırakın, idari soruşturma bile açmayan üniversiteler var. Hal böyleyken, daha idari soruşturmalar sonuçlanmamışken peşinen suçlu ilan edip işten atmak, Mersin Üniversitesi’nin şimdiye kadar oluşturmayı hedeflediği bilimsel ve özgürlükçü üniversite kavramı yerine hukuksuzlukları ile anılmasına ve hatırlanmasına sebep olacak… Bu arada unutulmasın, Anayasa Mahkemesi böyle bir konuda idari soruşturma açma yetkisini de zaten geçen yıl iptal etmişti. Buna rağmen soruşturma açmış olanlar hakkında ise Danıştay geçen aylarda iptal kararı verdi, YÖK bunun üzerine kendilerine gelen “kamu görevinden men” taleplerinin görüşmesini ertelemek zorunda kaldı.”
“Geçen Temmuz bir darbe girişimi atlattık, hepimize geçmiş olsun, uçurumun kenarından döndük. On binlerce kişi darbeye bulaştıkları gerekçesi ile açığa alındı. Fakat dikkat ediniz, “soruşturmanın selameti açısından açığa alındı. Yani kesin karar soruşturma sonrası verilecek. Darbeci olmalarından şüphelenilenlerin bile doğrudan işten atılmadığı bir sistemde, daha soruşturmalar tamamlanmamışken, üstelik soruşturmaların kendisinin dahi hukuksuz olduğu yönünde Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları varken, evet Mersin Üniversitesinde bunlar yaşanmaktadır” diyor “Mersin Üniversitesi’nden Barış İçin Akademisyenler İmzacıları”… Meslektaşlarına yaptıkları bu duyuru ile “Kısaca, nereden baksanız üniversitemizdeki uygulamalar haksız, hukuksuz. Ama işte, en temel insan haklarından olan çalışma hakkı keyfi kararlarla ortadan kaldırılıyor ve sonuç olarak arkadaşlarımız şu an işsiz…” diyorlar…
YÖK/OHAL Komisyonu’nun açıklamasına göre; darbe girişiminin önlenmesinden sonra devlet ve vakıf üniversitelerinde 12.08.2016 tarihine kadar toplam 6 bin 792 akademik ve idari personel hakkında işlem başlatılmış ve 5 bin 342’isi için “görevden uzaklaştırma” kararı alınmış. (Hürriyet 13.08.2016). YÖK; “ FETÖ/PDY terör şebekesine mensup hiç kimsenin” yükseköğretim kurumlarında barınmasına asla müsaade edilmeyeceğini” açıklarken bu işlemlerin “hukuki çerçeveden ayrılmadan, büyük bir titizlikle gerçekleştirileceğini” ve kamuoyunu bilgilendireceklerini de belirtmişti. Yani gizlisi saklısı olmadan herkes her şeyi bilecek ve nasıl yapıldığını da öğrenecek.
2935 sayılı OHAL Yasasında bile çalışma hayatında işçi-işveren arasındaki çalışma barışının sekteye uğramaması, çalışanların OHAL süresi boyunca hizmet akitlerinin güvence altına alınması amaçlanarak iş akdi feshine sınırlandırma getiren düzenlemeler yapılmıştır.
Bir olasılık artık akademisyenler için ne olağan ne olağanüstü dönemde hakları hukuken “sınırlandırma” ölçütüyle bile korunamayacak kadar değersiz midir acaba?
Bütün bu düzenlemelere karşın; salt barış için imzaladıkları bir bildiri nedeniyle Mersin’de “sözleşmelerinin yenilenmemesi” yöntemiyle “işsiz” bırakılan bilim insanlarının hakları, Türkiye’nin aydınlık geleceği için umutları; adalet ve vicdan adına, “hukuken” korunamıyor, korunmuyor.