İnsaf yahu!

İlk insaf Silivri zulümhanesinde yaşananlara. İkinci insaf ise şu bizim medyaya. Silivri’de olup bitenleri, daha doğrusu bitmeyenleri gazetelerinizin gözlüğü çerçevesinde okumuş olmalısınız. Belki de şöyle bir göz atıp geçtiniz. Ne demişti Orhan Veli: “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna / umurunda mı dünya.”

Silivri’de yaşananları bir yana bırakalım, bu köşenin tabiatı gereği, basının tavrını irdelemeye çalışalım. İstanbul’un 10 - 15 gazetesini masanın üzerine serip bakınız; Silivri’de 8 Nisanda yaşanan o dehşet verici olayları nasıl yansıtmışlar?

Henüz hiçbir mahkumiyet kararının olmadığı, 5- 6 yıldır insanların içeride çürütülmeye tutulduğu duruşmaları izlemeye gelenlere yapılanlar apaçık insanlık suçudur, sonra da hukukun ve adaletin yok sayılmasıdır.

Evet, temel insan hakları bakımından, insanlık suçu!

Ve hukuk ve adalet sucu!

Hepsinin önünde vicdan suçu!

Hukuk, insan ve vicdan!

Bütün bunlar bir yana bırakılıyor, tümüyle siyasal ve ideolojik bağlantılarla olaylar değerlendiriliyor. Elbet her gazetenin haber değerlendirmesi farklıdır, değişik olacaktır. Ama bunun meslek ilkeleri açısından da basının yükümlülüğü açısından da belli çerçevesi olmalıdır.

Sözü uzatmayalım. İktidar yanlısı medya olayları küçümsemekte, Bülent Arınç’ın ağzıyla bütün olaylardan ana muhalefet partisi CHP’yi sorumlu tutmaktadır.

Bu arada, sermaye basınının dışındaki az sayıda gazetenin tutumu dikkat çekiyor. Onlar da iktidar yanlısı basının çizgisinden bakıyorlar olaylara. Ortak paydaları, askere muhalefet. Çünkü asker, siyaseten egemen olduğu dönemde, insanlara olur olmaz bahanelerle çok çektirmiştir. Nitekim, ABD’nin modaretörlüğünde AKP, ordunun bu durumunu ortadan kaldırmakla iyi etmiştir. Ama şimdi bunun bir kan davası anlayışıyla, oradaki insanlara yapılan işkenceyi mazur göstermelerine ya da görmezden gelmelerine mazeret olmamalı.

Olaylara insan açısından, insan sevgisiyle bakmak gerekmiyor mu? Basının ana malzemesi insan değil mi? Katil bile olsa, bizce, onun da bir insan olduğu göz ardı edilmemeli.

Şu beylik söz de unutulmamalı: Bugün bana, yarın sana!

Duygusal bir yazı oldu galiba? Ne yapalım, bizim hallerimiz de böyle.

YARGIYA MÜDAHALE

Yargıya müdahalenin çeşitli yolları ve biçimleri var. Bunlardan biri telkin. Öbürü sözlü yol gösterme. Biraz ötesi şifahi talimat. Bir başkası etkileme. Dahası engelleme. Sonrası atama yoluyla sürgün. Hatta ve hatta mahkemeyi lağvetme! Bütün bunların tek sözcükle ifadesi yargıya müdahaledir. Son günlerde biber gazıyla müdahaleyi de gördük. Bu bakımdan yargıçların işi zordur. Kendilerine kolaylıklar dileriz.

Nitekim, 8 Nisan olaylarının ardından Başbakan Erdoğan yargının gereğini yapacağını söyledi ve hemen savcılığın CHP milletvekilleri hakkında harekete geçtiği öğrenildi. Bülent Arınç, adalete baskı yapıldığını söylemekte haklı!

ULUDERE’YE MOLA

Uludere / Roboskî’de savaş uçaklarıyla 34 sivilin öldürülüşünün üzerinden (her hafta sayıyoruz) bugün 477 gün oldu. Vur emrini kim(ler)in verdiği ve onayladığı bir türlü kesinlikle açıklan(a)madı. Anlaşılıyor ki, ne yapılsa nafile!  Biz de şimdilik gün sayıp hatırlatmaya mola veriyoruz. Nasıl olsa tarih unutmaz. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü geldiği gün, her halde konunun hesabı sorulacaktır.

RANTIN BÖYLESİ

Çoğunlukla İstanbul medyasına kilitli kalınıyor. Oysa, yerel basında çok farklı, halka / insana yakın bir dünya var.

“Yalova HAYAT” gazetesinin birinci sayfasında kocaman bir haber. Yalova İl Genel Meclisinin CHP’li üyesi Bahar Doğan bir öneride bulunu-yor. Diyor ki; İl Genel Meclisi gündemindeki konuları bir günde görüşüp tamamlayabilir. (Her halde toplantılar iki üç gün sürüyor.) Bu takdirde üyelere ödenen hakkı huzur yılda 469 bin 597 liradan 68 bin 155 liraya mal olacak. Bu da yılda 403 bin 442 lira tasarruf demek.

Ne dersiniz?

Bu durum, bazı politikacıların bireysel rantını mı oluşturuyor?

Zaman zaman ortaya atılan, “Bizde politikaya çoğunlukla bireysel rant için girildiği” savlarında gerçeğin payı var mı?

Yalova’nın dışında, öteki kentlerin il genel meclislerinde durum nasıl acaba? 

Örneğin İstanbul’da?

SENARYO

Biliyorsunuz, Mavi Marmara gemisi olayında İsrail’e özür dilettik diye içerde az tafra yapılmadı. Dışarıdan gelen haberlerde ise İsrail’in özür sözcüğünü kullanmadığı öne sürülüyordu. Her neyse, Obama’nın bastırmasıyla, Amerika’nın orta ve Uzakdoğu projeleri gereği birtakım hareketlenme olduğu belliydi.

* Yahu bu İsrailliler gelecekti de şu Mavi Marmara’nın tazminat işini konuşacaktık.

* Ertelemişler. Galiba işi yokuşa koşacaklar.

* Olur mu yahu! Biz o kadar hava bastık, tazminat da alacağız, İsrail’i dize getirdik diye.

* Dize getirdik ama adamlar gelmiyor işte!

* O zaman vaziyeti kurtarmak için biz bir bahane bulalım.

* En iyisi siz bir dış seyahate gidin. Bu nedenle erteledik diyelim.

* Harika! Hadi bana eyvallah!

NOT: Her senaryoda olduğu gibi bu senaryoda da yazılanların ne gerçek olaylarla ne de kişilerle ilgisi vardır

BİR ŞİİR

Devrimci Macar Şair Attila Josef  (1905 – 1937) çamaşırcı bir kadının oğlu. Yoksulluklar içinde yaşadı. Kendini bir trenin altına atarak yaşamına son verdi. Dizelerimiz “Yurdum” şiirinden:

“Boynuna zincir vurulmuş bir hayvandan/ Kaderim farklı olsun isterim, insanca yaşamak, şairce./ Ve emrediyorum savcıya, hiç değilse/  kalemim koparılmasın çırpınışlarından ./ Ah yurdum, sen ki okyanus ötesine gönderdin köylülerini/ Onlara dehasını ver Macar toprağını/ İnsanlara insanca duygular ve şimdi./ Bir Alman sömürgesi olmasın bu ülke/ Dizelerim parlak bir güzellikle ışıldasın/ Artık sevinç sinsin türkülerime”