Ve güneş yasak
Duvarlar vardır
Ve korkunçtur yalnızlığı ranzaların
Sanki bu kadar çok kelime, sanki bu kadar çok cümle ve sanki bu kadar çok birbirini hiç tanımayan bu kadar çok insan bir araya gelmemişti hiç. Bu kadar çok mahkeme, bu kadar çok hapishane, neden bu kadar çok yer alıyor yaşamımızda? Bu kadar çokları bu kadar bir arada yaşamamıştık sanki biz
Hapisteki içeridekiler ve onların dışarıdaki insanları bu kadar çok yalnız kalmamışlardı
Bir günlüğünü de olsa terk etmek lazım köşe yazılarını, yazı yazanlara
Kim ne zaman isterse o zaman, o gün, terk etsin yazı yazdığı yerleri
Hapishaneden gönderilen mektuplar daha çok yayınlasın bu köşelerde
Adresleri hapishane olan insanlar yazsın, biraz da köşe yazılarını
Onların kalemi olsun köşe yazarları. Olabilir mi?
Bir gün bir köşe yazarı tarafından, bir öğrenci mektubu seçilebilir ve bir gazetenin köşe yazarının köşesinde yayınlanabilir mi? Mümkün müdür?
Bianetde yayınlanan hapis öğrencilerden mektup var köşesinden hiç tanımadığınız bir tutuklu öğrenci mektubunu seçin ve köşe yazısı olarak yayınlayın.
BİAnetde, bianetten dosyalar / Hapis Gazeteciler Suçlarını Anlatıyor köşesinden seçilip yayınlanabilecek birçok gazeteci mektubu var. Köşe yazarları gazeteciler, bunları yayınlar mı?
Yazdığım yeri bu gün başka bir yazıya bırakıyorum. Hapisteki bir gazeteci mektubunu, yeniden ve bir kere daha okumak için, hapishaneden yazıldığı gibi yazıyorum.
Günde 17 saat su verilmeyen, 24 saat aydınlanma lambalarının açık olduğu ve her anımın 2 kamerayla izlendiği cezaevindeki koğuşumda bazen kendimi bu sözü söylerken yakalıyorum: Kimse var mı orada?
Yaklaşık 2 yıldır İstanbuldaki Silivri Cezaevinde tutukluyum. Daha mahkeme ne kadar sürecek bilmiyorum. Fakat ben şimdiden, unutuluşa mahkûm edildim.
Suçum büyük çünkü; düşünmek, gezmek, gazetecilik yapmak.
Adım, Soner Yalçın. 47 yaşındayım ve 25 yıldır gazetecilik yapıyorum. Türkiyenin önde gelen bazı gazete ve TV merkezlerinde yöneticilik yaptım. Son olarak Türkiyenin önde gelen gazetesi Hürriyetin yazarıydım. 12 kitap yazdım. Bunların hemen hepsi, 100-200 bin satarak beni ülkemin bestseller yazarı yaptı. Ayrıca odatv.com adlı haber sitesinin sahibiyim.
25 yıllık gazetecilik yaşamımda, Türkiyedeki faili meçhul cinayetleri, devlet içindeki illegal örgütleri, çeteleri, mafyayı ve dinci cemaatleri kaleme aldım. Tarih çalışmaları yaptım. Yazdıklarım nedeniyle ölüm tehditleri aldım; aylarca saklanmak zorunda kaldım, ama yine de korka korka hakikatleri yazdım.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Millet Meclisi Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, devlet mafya ilişkilerini araştıran mahkemelerde tanıklık yaptım.
Gazetecilik kuruluşları dışında hiçbir derneğe, vakfa, siyasal partiye ve örgüte üye değilim.
Ülkemde sadece mesleki kimliğimle tanınırım, siyasal kimliğimle değil.
Ve buna rağmen, 5 yıldır süren yargılama sonucu hâlâ ortaya çıkarılamamış Ergenekon adı verilen gizli bir örgütün üyesi olduğum iddiasıyla hapisteyim. Peki, delil olarak ne gösteriyorlar
Sahibi olduğum odatv.com bilgisayarında devlet güvenliğini ilgilendiren Word dosyalarının bulunması!
Bunlar bize ait değil, virüsle bilgisayarımıza gönderildi. Bunu Türkiyenin üç seçkin üniversitesi ile bir ABD bilişim ve siber suçlar şirketinden aldığımız bilirkişi raporlarıyla ispat ettik. (Bu virüsü, polis içindeki dinci bir cemaat mensuplarının yaptığından şüphe ediyoruz.)
134 sayfalık iddianame aslında neyin yargılama konusu olduğunu ispat ediyor:
İddianamede, 361 haber, 280 kitap-yazı, 53 köşe yazısı, 26 röportaj ve 5 makale sözcüğü geçmektedir!
İddianamede, silah yok, bomba yok, cinayet yok, eylem yok. Mahkemede hâkimler bana sadece, O haberi neden yaptınız veya O röportajı niye yayımladınız sorusunu yöneltti!
İşte suçum bu: Soru sormak, gerçeği aramak, hakikati yazmak. Yani, mesleğimi yapmak...
Türkiyedeki meslektaşlarım şeytani bir entrikayla hapse atıldığımı biliyor. Fakat büyük çoğunluğu, cezaevine gönderilmemek, işsiz kalmamak için korkup gerçeği yazamıyorlar.
Bu sebeple ben de size bu mektubu yazıyorum.
Benim ülkemde düşünce hâlâ kötülüğün simgesi olarak görülüyor. Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı zihinlere sadece düşmanlık ediliyor; sahte delillerle hapse atılıyor.
Bu mektubu size yazdım; çünkü siz benim suç ortağımsınız. Nasıl mı?
Aydınlanmayı, özgür düşünceyi, akılcılığı sizden öğrendik biz Erasmus, Descartes, Montesquieu, Voltaire, Rousseau, David Home, Kant, Marks, Weber, Sartre, Camus değil misiniz siz?
Siz düşünce için canını veren Bruno değil misiniz? Siz Dreyfusun yanında duran Emile Zola değil misiniz? Siz yanlış yaşam doğru yaşanmaz diyen Adorno değil misiniz?
Sevgili dostlar, evet siz benim suç ortağımsınız! Sizi harekete geçirmeye çağırıyorum. Yalnız olmadığımı gösterin.
Sessizliğe mahkûm edilişime son verin.
Sesim olun, kalemim olun.
Yıkın yalanlarla örtülü şu zindanın dört duvarını.
Yoksa...
Bu yine; toprağa, çiçeğe, ağaca ve en dayanılmazı 12 yaşındaki oğlumun kokusuna hasret; insani niteliklerimi kaybetmem için yoğun tecrit uygulanan cezaevindeki koğuşumda kendimle konuşmaya devam edeceğim:
Kimse var mı orada?..