Kemal Anadol
Acı gerçek ortada. Millet, devlet partisine dönüşen AKP iktidarına karşı çevre savaşımı veriyor. Dün televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler durumu apaçık sergiliyor. Daha depremin travmasını atlatamayan ve bin bir sorunla boğuşan Kırıkhan ilçesinin Soğuksu Mahallesi sakinleri göz yaşları içinde feryat ediyorlar. Onların sesini zeytin ağaçlarını kökleyen dozerlerin homurtusu bastırıyor. Meyveleri ele gelmiş ve üç ay sonra hasat edilecek ağaçların görüntüsü yürek yakıyor. Elinde avucunda bir şey kalmamış üreticilerin tek umudu da böylece bitmiş oluyor. TOKİ keyfi biçimde ve yurttaşlara sormadan “rezerv alanı” ilân ettiği yerlerde tapuları deliyor, mülkiyet hakkını yok ediyor. Hukuksal süreci filân dinlemeden “Ben yaptım oldu” mantığıyla tarlaları allak bullak ediyor. Oysa köylüler gözyaşları içinde daha ilerde hazine arazisinin bulunduğunu rezerv alanının orada yapılmasını istiyorlar.
Bu olay yüzlerce, binlerce çevre felâketinin sadece bir parçası. “Maden arıyoruz” diyerek Artvin’den İvrindi’ye, Kaz Dağından Murat Dağına ülkenin her yerinde sorun çıkaran ve kârdan başka bir şey düşünmeyen yerli ve daha çok yabancı şirketler arkalarında onarılmaz yaralar bırakıyorlar. Binlerce yıldır onlarca uygarlığa tanık olmuş Anadolu’nun bereketli toprakları vahşi madenciliğin kurbanı oluyor. Bir parti devletine dönüşen AKP iktidarı da buna yardımcı oluyor. Nasıl mı? Okurlarımı fazla yormadan zorunlu olarak birkaç rakam vermek zorundayım. Daha önce bu rakamlar TBMM kürsüsünde ve görsel ve yazılı basının köşe yazılarında yinelendi.
Cumhuriyet’in ilân edildiği 1923 yılından AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılına kadar madenlere verilen ruhsat sayısı sadece 1186. 2002’den bu yana ise korkunç bir rakam bizi karşılıyor. Tam 386 bin iyi mi? Pek âlâ bunca uygulamaya karşı ülkemizin ve halkımızın yararı ne? Maden Tetkik Arama (MTA) verilerine göre Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payı 2001 yılında binde 87 iken 2022’de bu oran sadece yüzde 1,36’a çıkabilmiş. Tamam da yaratılan bunca soruna, doğa zararına karşın devlet hazinesine gelen para nedir? Yapılan sözleşmelere göre sadece yüzde iki buçuk!
Senaryo şöyle… Bir yabancı şirket kendi ülkesinde istediği ağacı bile kesemezken Türkiye’ye geliyor. Hemen iktidara yakın bir ortak buluyor. Ortağın görevi bürokrasiden çıkmayan izinleri çıkartmak, her türlü sorunu çözümlemek. Sonra da payını almak. Onun için devletin il çevre müdürlükleri, valilikler, bakanlar artık klişe haline gelmiş “ÇED” (Çevresel Etki Değerlendirme) raporlarını kolayca veriyorlar. Hatta “ÇED gerekli değildir” kararları daha fazla yer tutuyor. Verilen olumlu raporlar hakkında da tartışmalar yoğunlaşıyor. Köylüler tarlalarını, ağaçlarını, yerüstü ve yeraltı sularını korumak için eylem yapıyorlar. İktidar, karşılarına devletin jandarmasını çıkarıyor. Özetle devletle millet karşı karşıya geliyor!
Olayı basit biçimde açıklamak çok kolay. Bir zeytin ağacı toprağa tutunabildiği ana kadar meyve veriyor. Onun için adı ölümsüz! Her yıl bereketini insanlardan esirgemiyor. Ama altındaki maden sadece bir kere çıkartılıyor ve üstündeki ölümsüz zeytinler vahşice katlediliyor!
İzmir’de devletin izin verdiği kükürt oranı az, enerjisi uygun sayılabilecek, kapalı işletmelerden çıkarılmış ve torbalanmış linyit kömürünün tonu altı bin lira; yani kilosu KDV dahil altı lira. Zeytin ağaçlarını kökleyerek açılan araziden vahşi madencilikle çıkan kömür çok daha kalitesiz. Onlar termik santrallara gönderiliyor. Ama unutmayın Türkiye’nin de taraf olduğu Paris İklim anlaşması aşama aşama fosil yakıt tüketimine sınır koyuyor. 2050 yılında termik santrallar kapanacak! Marketlerde satılan natürel zeytinyağlarının litresi ise 350 liradan başlıyor. Altı liralık linyit için altı bin yıllık zeytin ve zeytinyağı kültürü vandal bir anlayışla yok ediliyor!
Siyanürle altın arayan ve işleri bitince katlettikleri topraklardan ayrılıp Merkez Bankasına sattıkları altınların parasını ülkelerine götüren yabancı şirketlere, daha doğrusu yüzde iki buçuk vergiyle yetinen iktidara gelince… Kestirmemek için ağaçlarına sarılan ve köylerinin havasını, suyunu korumak için kadın erkek, genç yaşlı eylem yapan insanların görüntüleri sık sık ekranlara yansıyor. Onların karşısına jandarmayı çıkarmak her şeyden öte devletin yurttaş önündeki saygınlığına zarar verir. Devlet yurttaşı için vardır değil mi?
Salt yüzde iki buçuk vergi için yabancı şirketlerin ormanları, dağları delik deşik etmelerine değer mi? Yerlerinden yurtlarından olmamak için çırpınıp duran insanlar bağırıyor:
“Yetti gari! Yüzde iki buçuk ne tutuyorsa aramızda toplayıp verelim. Verelim de bizi rahat bırakın!”