16 Nisan 2017 referandumu günümüzde yaşadığımız çok renkli dramın işaret fişeğiydi! Halkoyuna sunulan 18 maddelik metin, yürürlükte olan başbakanlık sistemini kaldırıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aynı zamanda AKP Genel Başkanı olma yolunu açıyordu.
Tüm ülkede oy kullanma işlemi sürerken YSK Başkanı Sadi Güven beklenmeyen bir açıklama yapmıştı. Güven yürürlükteki yasayı hiçe sayarak ve TBMM’nin yetkisini gasp ederek “AKP temsilcisinin başvurusu üzerine mühürsüz oyları ve zarfları geçerli sayacaklarını” ilân ediyordu. Yapılan halkoylamasının meşruluğu ve geçerliliğini ortadan kaldıran bu karara karşın ana muhalefet partisi sessiz kalmış ve genel merkezden örgüte gönderilen SMS mesajında itiraz edilmemesi istenmişti! Sonradan yapılacak hukuksal itirazların bir anlamı yoktu; çünkü bilinen deyimle “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti!” Kampanya sırasında Erdoğan seçmenlere “Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, faizle ve ekonomiyle nasıl uğraşılır görün” diyordu.
O günden bu yana altı yıl, köprülerin altından çok sular geçti! Artık olumlu ve olumsuz her gelişmeden sorumlu tek adam olan Recep Tayyip Erdoğan “Ben ekonomistim” diyordu. “Faiz sebep enflâsyon sonuçtur”. Gerekçe olarak da “Nas” diyordu. Yani Kuran’ın faizi yasaklamasına gönderme yapıyordu! Bu ilginç politikayı yürütmek için de bakan olarak Nurettin Nebati’yi seçmişti. Politika faizi her açıklandığında biraz daha düşürülüyordu.
Ama hayret! Faiz düştükçe ABD dolarıyla Avro yükseliyordu. İyi bir komedyen rolü oynayan bakan “Bir uyusak ve altı ay sonra uyansak” diyordu. “Ekonominin şahlandığını görürüz.” Ama her şey tersine gidiyordu. Yabancı paralar başını almış yükseliyordu. Sonunda ünlü sihirbaz Zati Sungur’a taş çıkartacak bir çözüm bulundu: “Kur Korumalı Mevduat (KKM)” Yani Bankaya para yatıranlara dövizdeki yükselişlere karşın güvence veriliyordu.
Yani dar gelirli garibanlardan alınan vergiler banka mevduat sahiplerine aktarılıyordu. Artışı önlenemeyen dolara karşı Merkez Bankası’ndaki döviz piyasaya sürüldü. Kime, nereye gittiği belli olmayan tam yüz yirmi sekiz milyon dolar Cumhuriyetin ekonomi tarihine böyle geçmişti. Sonunda kaçınılmaz felâket gelip çatmıştı. AKP’nin eski ekonomi bakanı yeni bir Kemal Derviş rolüyle yurt dışından çağrıldı ve hazinenin başına getirildi. Kutsal “Nas” söylemi ve “Ortodoks olmayan heterodoks” politikalar çöpe atılmıştı. Yeni Bakan Şimşek “Akılcı politikalara geri döneceğiz” diyordu. Yani yerine getirildiği eski dönemin akıldışı olduğunu söylüyordu. Bu bir itiraf ve suçlamaydı aslında. Ama kendinden öncekiler ölü taklidi yapıyorlardı. Temel’in deyimiyle “Sessizluk!” oynanıyordu.
Ama bazı uygulamalar ısrarla sürdürülüyordu. Özel/Kamu Ortaklıklarıyla yaptırılan oto yollara, tünellere, havaalanlarına, hastanelere verilen araç, yolcu ve hasta garantileri devam ediyor, her yıl milyonlarca para muhalefetin adını “beşli çete” koyduğu yüklenicilere aktarılıyordu. Ülkemizin geleceği ilkokul öğrencisi yavrularımıza bir öğün yemeği çok gören iktidar vergi indirim ve aflarıyla zengini zengin yapmayı ödünsüz sürdürüyordu.
2024 yazına girdiğimizde acı tablo somut biçimde ortaya çıktı. Çaydan ayçiçeğine, buğdaydan mısıra, üzümden karpuza, fındıktan fıstığa uzanan üreticiler kan ağlıyor, tarladan toplayamadığı domatesleri asfalta döküyorlardı. Tüketiciler de tarlasından bedava olan ürünü pazardan ateş pahasına alamıyorlardı. Pazar yerleri akşamları çürük meyve ve sebze arayan fakir fukara ile doluyordu. Emekli, köylü, asgari ücretli, memur, işsiz, öğrenci için sorun sosyal güvenlik sorunu olmayı çoktan aşmış, gerçek bir “İnsan Hakları” sorununa dönüşmüştü. İnsanın en doğal yaşama, beslenme ve barınma hakları kâğıt üstünde kalmıştı. Artık yirmi iki yıllık AKP iktidarının ve Cumhur İttifakı’nın çöküş dönemi başlamıştı. 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları bunun ilânından ibaretti.
Orta çaplı hatta daha büyük sermaye grupları, önemli şirketler iflasın eşiğindeydiler. İflastan kurtulmak için icra mahkemelerinden “Konkordato” kararı istiyorlardı. Yani iflasa sürüklendiklerini görerek, alacaklıları ile anlaşarak maddi yapılarını düzenleyen bir hukuksal süreç isteminde bulunuyorlardı. AKP ve Cumhur ittifakı için durum kötüydü.
Sürekli alarm zilleri çalıyordu. Ekonominin ise düzelir yanı yoktu. Tek adam rejimi orta sınıfı tasfiye etmiş, daha alttakileri ezmiş, ülkenin kaynaklarını ensesi kalınlara aktarmıştı. Bundan vazgeçmesi olanaksızdı! O zaman başka bir yöntem başka bir çare bulması gerekiyordu. Klasik söylem bayrak, ezan ve şehitlerdi!
Kürtlerin partisi saydıkları DEM’e selam veren, yöneticilerin elini sıkan haindi! Bu parti kapatılmalı vekillerine verilen maaşlar geri alınmalıydı. Anayasa Mahkemesi bunları kapatmıyorsa kendisi kapatılmalıydı! Her seçimde en fazla kullanılan “Beka” sözcüğüydü. Yani ülkenin geleceği… Oysa onlar için beka ülkenin değil kendilerinin geleceğiydi!
Pahalılığın ateşten bir gömlek gibi yaktığı kitleler, AKP’nin oy deposu köylüler, emekliler uyanmışlardı artık. Anayasa değişikliğiyle tek adamın süresi gerekiyordu ama CHP ile İYİ Partiyi ve birçok vekili buna yanaştırmak zordu. Ekonomik iflâs tehlikesi siyasal iflâsa dönüşmüştü. Yaklaşan felâketi önlemek gerekiyordu. Bunun için muhalefetten birinin ağzından çıksa hain ilân edilecek, sosyal medyaya mesaj gönderse Silivri’yi boylayacak bir söylem bulundu:
Öcalan adadan çıkartılacak ve Gazi Meclis’in salonunda konuşturulacak! Bu söylemle DEM’le pazarlık yolu açılıyordu. Anayasa’ya destek oyu karşılığında terörist başına özgürlük! Günümüzdeki sıcak tartışmalarının bence yorumu budur. İflasa giden tek adam rejiminin siyasal konkordato ilanıdır!