Kurtuluş Savaşımızın tek deniz çatışması olarak tarihe geçen Alemdar Vapuru’nun Fransızlar tarafından yakalanıp Türk mürettebatının esir alınması ve sonrasında da, kendilerini esir alanları esir alan Alemdar Kahramanlığı sürecinin 103. Yıldönümü törenlerinde Can Canver müthiş bir konuşma yaptı. Alemdar’a Ereğli’den takviye olarak binen Ereğlili mürettebat arasında olan  Hasan Canver’in torunu da olan Can Canver’in konuşmasının tamamını  özellikle araştırmacılara kaynak olması  açısından aynen yayımlıyoruz.

TRİLLOU VE LAURENT ADLI İKİ FRANSIZ ASKERİ ÖLDÜ

24 Ocak 1921 gecesi Alemdar, İstanbul’dan kaçırılıp ertesi sabah Ereğli limanına getirildi. Kömür ve eleman ihtiyacı giderildi. 27 Ocak günü Fransız şasörü tarafından esir alınan Alemdar, Zonguldak’a götürüldü, sonra İstanbul’a sevk edilirken Ereğli açıklarında Kurtuluş Savaşının tek deniz muharebesi gerçekleşti ancak Alemdar, Serdümeni Recep Reis’i bu çatışmada şehit verdi, üç de gazimiz vardı. Trillou ve Laurent adlı iki Fransız askeri öldü, Yüzbaşı Tilly ile Moulor adlı yaralı bir er ile üç Fransız askeri esir alındı.

ALEMDAR’A DOKUNMAMA SÖZÜ

29 Ocak günü Zonguldak’a gelen iki Fransız torpidosunun komutanları, Mutasarrıf Nusret Bey’den Alemdar’ı, korsan olarak addettikleri mürettebatının teslim edilmesini ve Fransız esirlerin iadesini istedi. Nusret Bey ise, Alemdar’a ve Osmanlı bandralı diğer vapurlara ve aynı zamanda Osmanlı limanlarına müdahale edilmeme ve Ereğli’nin zarara uğratılmaması sözü karşılığında esirlerin iade edilebileceğini bildirdi. Ancak Fransız subaylar sadece Alemdar’a dokunmama sözü veriyordu. Zira onlara göre üç millik karasularına zaten müdahale edilmiyordu. Sonuç alınamayınca Fransız Amirali Dumesnil’in gelmesi beklendi.

MİSİLLEMEYE HAZIR

Aynı gün Waldeck Rousseau zırhlısıyla Zonguldak’a gelen amiral, esirler iade edilmezse şehirden misilleme esir alınacağını vurguladı. Durum Ankara’ya bildirildi. Ankara Hükümeti, Fransa ile savaş halinde olunduğu için, esirlerin savaş esiri statüsünde oldukları dolayısı ile iade edilmeyecekleri, Alemdar’ın da Ankara Hükümetinin meşru malı olduğunu, bu nedenle bir misilleme için hazır olunmasını bildirdi. Ankara, İstanbul ve Paris arasında diplomatik trafik hızlandı.

MONDROS MÜTAREKESİ MADDELERİNE GÖRE

Amiral Dumesnil’in verdiği ültimatom süresi 2 Şubat akşamı dolacaktı. Ancak Türk tarafı Alemdar’a ve hiçbir Türk gemisine dokunulmaması, hiçbir Fransız savaş gemisinin Türk limanlarına ve hatta Türk karasularına girmemesi ve Ereğli’ye gelen torpidonun şehre zarar vermemesi vazgeçilmez koşullarında ısrar ediyordu. Fransızlar son madde dışındaki hususların Mondros Mütarekesine aykırı olduğunu öne sürüyorlar, dolayısı ile planladıkları misillemeyi uygulamalarının meşru olduğunu belirtiyorlardı. 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesinin ilgili maddelerine göre; Türk savaş gemileri limanlarda göz hapsine alınacak ve limanlar müttefik devletlere açılacak, karşı devletlere kapatılacaktı. Dolayısı ile Fransız savaş gemilerinin Türk karasuları ve limanlarına girmeleri ateşkes mütarekesine göre meşru idi.

3 MADDELİK ALEMDAR ANLAŞMASI

Fransız hükümeti 1 Şubat günü olayın uzatılmaması, ilaveten Türk gemileri ve limanlarına dair hareket özgürlüklerinin kısıtlanacağı hiçbir taahhüde girilmemesini İstanbul’daki Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanına ve Zonguldak’taki Amiral Dumesnil’e  bildirdi. 3 Şubat günü Dumesnil ve Mutasarrıf Nusret Bey, 4.5 saatlik bir görüşme yaptılar. Nusret Bey, taleplerinin kabulünü ve taahhüt edilmesini yeniden istedi. Sonuçta 4 Şubat akşamı her iki taraf da sorunu barışçı şekilde çözmeye karar verdi  ve taraflar arasında 3 maddelik Alemdar antlaşması imzalandı. Buna göre;

1-Alemdar gemisi milli Türk Hükümetinin elinde kalacak.

2-Fransızlar, 10 millik kara sularımızda dolaşan gemilerimize müdahale etmeyecekler.

3-Fransız esirler iade edilecek.

Ancak Alemdar olduğu yerde, Ereğli’de kalacaktı.

MUSTAFA KEMAL VE ARKADAŞLARINA KARŞI KIŞKIRTMA

İlk madde Ankara Hükümetinin ve Türkiye’nin meşruluğunu tanıması açısından çok önemlidir. TBMM’nin açılış sürecinde İstanbul hükümeti, işgal kuvvetleri komutanlığının talebi, talimatı ve baskısı sonucu milli harekete karşı her türlü olumsuz uygulamalara geçmiş, birçok yerde isyanlar başlatıp Heyeti Temsiliye’yi zor duruma düşürürken, yine müttefiklerin yönlendirmesi ve isteği ile Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzasıyla bir fetva yayınlatarak samimi dindar Anadolu insanının Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına yönelik kışkırtmaya çalışmıştı. Bu fetvaya göre Kuvayı Milliye mensuplarının kafir, şaki ve bagi yani asi ve haydut olduklarını dolayısı ile öldürülmelerinin farz olduğunu ilan ediliyordu. Böylece müttefikler ve onun kuklası İstanbul hükümeti Heyeti Temsiliye ve kurulacak TBMM’nin meşru olmadığını, haydut güruhu olduklarını vurgulamış oluyordu. Alemdar Anlaşmasının 1.maddesinde yer alan ‘’Alemdar gemisi milli Türk hükümetinin elinde kalacak’’ ifadeli hükmü ile, İngiltere’ye rağmen Müttefik devletlerden Fransa tarafından Milli Hareketin, TBMM Hükümetinin milli ve meşru olduğu alenen ilan edilmiş oluyordu.

DENİZ KORSANI VE HAYDUT SUÇLAMASI

Yine bu madde ile Alemdar gemisinin korsan ve deniz haydudu suçlaması ortadan kaldırılıyor, ulusal bağımsızlık mücadelesine katılan yurtsever bir gemi olduğu tescilleniyordu. Alemdar, İstanbul’dan kaçırıldığı zaman, durumu öğrenen İngiliz İşgal Komutanlığı, Alemdarı deniz korsanı ve haydudu ilan etmiş ve derhal derdest  edllerek İstanbul’a geri getirilmesini emretmiş, personeli hakkında da kurşuna dizilme kararı çıkartmıştı. Bunu da Mondros Mütarekesinin ilgili maddesi gereğince meşru hak olarak nitelendirmişti.

ALEMDAR MİLLİ HÜKÜMETİN MEŞRU MALI

Bu husus da yıllar sonra açıklığa kavuşturulmuştur. Uluslararası Bayrak Yasası, devletlerin kendi bayrağını taşıyan gemiler üzerinde münhasıran yetkili olduğunu söylemektedir. Gemiler, bayrağını çekme iznine sahip oldukları devletin, tabiyetine sahiptirler. Bir geminin hangi şartlar doğrultusunda bir devletin tabiyetini kazanacağı, o devlet tarafından tescil ettirilebileceği ve o devletin bayrağını taşıyabileceği, her devletin, milli mevzuatında düzenlenmektedir. TBMM Hükümeti, Alemdar sorunu için yapılan görüşmelerde, Alemdar’ın milli hükümetin meşru malı olduğunu bu nedenle özellikle vurgulamıştır.

GAYRİ TİCARİ GEMİLER

Gayri ticari amaçla kullanılan devlet gemileri, münhasıran kamu hizmetine tahsis edilen devlet gemileridir. Burada kamu hizmeti tabirinden kasıt devletin kendi çıkarları doğrultusunda icra ettiği faaliyetlerden ziyade, toplumun ihtiyaçlarının karşılanması açısından yerine getirilen hizmettir. Polis gemileri, hastane gemileri, bilimsel araştırma gemileri, arama-kurtarma gemileri bu grupta yer alırlar ki Alemdar da bir tahlisiye gemisidir.

Gayri ticari amaçla kullanılan devlet gemileri, milletlerarası hukukta birçok açıdan harp gemileri ile aynı hukuki rejime tabi kılınmıştır. Gerek 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde, gerekse 1958 tarihli Cenevre Açık Deniz Sözleşmesinde öngörüldüğü üzere, gayri ticari devlet gemileri, harp gemileri gibi, bayrağını taşıdıkları devlet dışında, diğer devletler yönünden mutlak yargı bağışıklığına sahiptirler. Bu noktada müdahale konusunda harp gemilerinde belirtilen durum gayrı ticari devlet gemileri için de geçerli olacaktır. Yani bu gruba dahil olan gemilere, harp gemilerinde olduğu gibi, diğer devletler tarafından bir müdahalede bulunulabilmesi söz konusu olmadığı gibi gayrı ticari amaçla kullanılan devlet gemilerinin, müdahale koşulları oluştuğu takdirde, ticaret gemilerine müdahale etme hakkı oluşabilmektedir.

DENİZDE MÜDAHALE HAKKI

Milletlerarası hukukta bayrak devletinin, denizde bayrağını yasal olarak taşıyan gemiler üzerinde yetkisi münhasır olarak kabul edilmiştir. Ancak bazı istisnai durumlar söz konusu olduğunda bayrak gemilerine müdahale hakkı doğmaktadır. 1958 tarihli Cenevre Açık Deniz Sözleşmesinin ve 1982 tarihli Birleşmiş Devletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde denizde müdahale hakkı şartları şöyle belirtilmiştir :

Deniz haydutluğu, Köle ticareti, Tabiyetsiz ( uyruksuz ) gemiler, Aynı uyrukta olduğundan şüphe edilen gemiler, Açık denizden izinsiz yayın yapılması, Uyuşturucu madde kaçakçılığı, Kesintisiz takip, Terörizm, Meşru müdafaa, Göçmen kaçakçılığı, Yasadışı balıkçılık ve Deniz kazalarından kaynaklı deniz kirliliğinin önlenmesi…

Bunlardan deniz haydutluğu, evrensel bir suç, deniz haydudu bütün insanlığın düşmanı              ( hostil humani genesis ) olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle milletlerarası hukuk nezdinde deniz haydutluğu yapan bir gemi, bayrak devletinin korumasından faydalanamamaktadır.

DENİZ HAYDUTLUĞU

Müttefiklerin, Ankara Hükümetini şaki ve bagi, Alemdar’ı da deniz haydudu sıfatlamasının nedeni, bu müdahale hakkına uluslararası gerekçe uydurma çabasıdır. Yukarıda zikredilen her iki sözleşme ile 1932 tarihli Deniz Haydutluğuna İlişkin Sözleşme taslağında deniz haydutluğu ve korsanlık kavramları açıklanmıştır. Deniz haydudu bütün hukuk düzenlerine karşı gelen kimsedir. Deniz haydutluğu da özel bir geminin, denizde başka bir gemiye karşı yapılan müdahale, bu eyleme bilerek ve organize bir şekilde katılma hareketidir. Korsan ise savaş zamanında, mensup olduğu devletin rıza göstermesi ile denizlerde savaşan bir geminin durumudur. Başka bir deyişle korsanlık, arkasında bir devletin bulunduğu ve onun onaylamasıyla başka bir devletin gemisine karşı, denizde yapılan haksız müdahaleyi yapanlar için kullanılır.

Düzce'de 3 aracın karıştığı kazada 6 kişi yaralandı Düzce'de 3 aracın karıştığı kazada 6 kişi yaralandı

Deniz haydutluğu eyleminde hukuka aykırı şekilde şiddet, alıkoyma veya yağma olaylarının bulunması, fiilin denizde veya devletin yargı yetkisi dışında bir yerde gerçekleştirilmesi, özel amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmesi, fiilin özel bir geminin mürettebatı tarafından diğer bir gemiye karşı gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir.

Alemdar’ın Fransız gambotuna karşı çıkması ve Yüzbaşı Tilli ile 4 Fransız askerinin esir alınması bu kapsama alınmak istenmiştir. Deniz haydutluğu suçunun oluşması için öncelikle saldırı eyleminde şiddet, alıkoyma ya da yağma olaylarının bulunması gerekmektedir. Oysa Alemdar tam tersine bu eylemlere maruz kalmıştır.

DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİ

Anlaşmanın 2.maddesi de Türk hükümeti tarafından siyasi, politik, ticari, ekonomik ve devlet meşruiyeti açısından çok önemli kazanımlar sağlıyordu. Türk karasularının 10 mil olduğu tescilleniyor, bu alan içinde Türk gemilerine dokunulamayacağı vurgulanıyordu. Bu hüküm yıllar sonra uluslararası deniz hukukunun en önemli unsurlarından biri haline getirilmiştir. 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin karasularının sınırları, karasularının genişliği ve normal esas hat maddeleri, Alemdar Anlaşmasında vurgulanan konuyu beynelmilel hale getirmiştir. Buna göre her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir. Bu genişlik iş bu sözleşmeye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez. Alemdar Anlaşmasını hazırlayan Türk yetkililerin ne kadar uzak görüşlü ve sağduyulu oldukları anlaşılmaktadır.

Madde 4’te karasularının dış sınırı, her noktası esas hattın en yakın noktasından karasularının genişliğine eşit uzaklıkta bulunan hattan oluşur denilmektedir. 5.madde de iş bu sözleşmede aksine hüküm bulunmadıkça karasularının genişliğinin, ölçülmeye başlandığı normal esas hat, sahildar devlet tarafından resmen kabul edilmiş büyük ölçekli deniz haritalarında belirtildiği şekliyle, sahil boyunca uzayan en düşük cezir hattıdır.

EREĞLİ MÜDAFAAİ HUKUK CEMİYETİ MANEVİ LİDERİ NİMET HOCA,

Ayrıca Ereğli, o dönemde Açık Liman statüsündedir. Fransızlar, Mondros silah bırakışmasının 7.maddesini uygulamak istemişler, kömür ocaklarına ve limana egemen olmak amacıyla  8 Haziran 1920 günü Ereğli’yi işgal etmeye kalkıştıklarında, Ereğli Müdafaai Hukuk Cemiyeti manevi lideri Nimet Hoca, Fransız amiraline Ereğli’nin açık liman olduğunu dolayısıyla liman dahiline hiçbir müdahil geminin giremeyeceğini ve şehrin işgal edilemeyeceğini bildirmişti.

AÇIK LİMANIN ANLAMI

Türk Dil Kurumu’na göre Açık Liman; gemilerin idari açıdan kolayca girip çıktıkları liman anlamına gelir. Liman faaliyetlerinin serbestçe uygulandığı bir yerdir. Ülkeler arası mal giriş ve çıkışlarında gümrük işlemi yapılmayan limandır. Dolayısı ile hiçbir şekilde gemilere müdahale yapılmayan limanlardır. Bu nedenle Fransızların Ereğli limanı ve şehri işgal süreci de uluslararası hukuk açısından da suç unsuru teşkil etmektedir.

İkinci madde Türk Hükümeti açısından bir başka önemli bir kazanım daha sağlamaktadır. Bilindiği gibi 28 Ocak 1920 günü, Osmanlı Meclisi Mebusanı, Mustafa Kemal Paşa’nın çabaları ile, temeli 22 Haziran Amasya Kararlarına, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına dayanan 6 maddelik Misakı Milli’yi ilan etmişti. Alemdar anlaşmasının bu maddesindeki hüküm, Misakı Milli’nin  ‘’Siyasi, adli, mali ve diğer konularda gelişmemize engel olan kayıtlara ( kapitülasyonlara ) karşıyız’’ hükmüne de vurgu yapmaktadır.

KABOTAJ HAKKI

Türk Dil Kurumu kabotajı; bir ülkenin iskele veya limanları arasında gemi işletme işi olarak tanımlamaktadır. Kabotaj hakkı, Türk karasularında gemi bulundurma, bunlarla gidiş ve geliş ve taşıma yapma hakkıdır. Kabotaj gemisi ise kabotaj hattında çalışan gemi olarak tanımlanır. Denizde kabotaj deyimi, genel olarak bir ülkenin limanları arasında deniz yolu ile yolcu ve yük taşınması, karasularında römorkaj ve kurtarma gibi denizcilik hizmetlerinin yürütülmesidir.

Devletler, egemenlik haklarının bir yansıması olarak kabotaj hakkını kural olarak sadece kendi tabiyetindeki kişilere kullandırırlar, yabancı bir devletin tabiyetinde bulunan kişilerin bu haktan yararlanmasını yasaklar. Dolayısıyla ne yabancı bir devletin tabiyetinde bulunan kişilerin kabotaj hakkından yararlanmaları mümkündür, ne de yabancı bayrak çeken bir gemiyle bu haktan yararlanabilir. Oysa Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Osmanlı Devleti bu hakları Avrupalı devletlere vermek zorunda kalmıştır.

Kabotaj hakkı, deniz kıyısı olan devletlerin kendi denizcilik sektörünü korumaları amacıyla geliştirdikleri sistemin genel bir adıdır.

16 Nisan 1926 tarihli ve 815 sayılı Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye ( Kabotaj ) ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayı San’at ve Ticaret Hakkında Kanun ( Kabotaj Kanunu )’un kabulü ile kabotaj tekeli Türk tabiyetindeki kişilere tanınmıştır. Bu kanun 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Alemdar Anlaşması’nın 2.maddesi zımni olarak Fransa’nın, Türk Hükümeti’nin kabotaj hakkını kabul ettiğinin üstü kapalı bir ifadesidir.

ZIMNİ SÖZLÜ ANLAŞMA

Zımni anlaşma; karşılıklı uyulması gereken kuralları düzenleyen ve yönetime karşı halka koruyucu bir tampon işlevi gören sözlü bir sözleşme türüdür. Açık ve zımni şartları, yazılı bir sözleşmenin ayrılma bileşenleri olsa da aralarındaki farklar, kökenleri ve oluşumlarında yatmaktadır. Açık şartlar, müzakereler sırasında açıkça tartışılır ve belgelenir, böylece belirsizliğe çok az yer kalır. Öte yandan zımni koşullar,  daha ince detaylardan doğar ki bu da onları daha incelikli hale getirir ve koşulların dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini gerektirir.

AÇIK ŞARTLAR VE İHLALLER

Açık koşullar, nihai sözleşmenin bir parçasını oluşturan müzakereler sırasında  tarafların yazılı veya sözlü olarak ortaya koyduğu belirgin ve açık şartlardır. Taraflardan birinin sözleşmenin açık koşullarında belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmemesi, sözleşmenin ihlali olarak kabul edilir. Açık şartların net yapısı, bir ihlalin meydana gelip gelmediğini ve hangi telafilerin uygun olduğunu tespit etmeyi kolaylaştırır.

Açık şartlardan farklı olarak zımni şartlar sözleşmede açıkça belirtilmez ancak yine de anlaşmanın bir parçası olarak kabul edilir. Bu şartlar, anlaşma uygulamasının niteliği, tarafların gelenekleri, hukuki yönetmelikleri ile tarafların niyetleri gibi faktörlere dayalı olarak çıkarılmaktadır. Belirli ayrıntılar açıkça belgelenmemiş olsa da sözleşmeye dayalı ilişkilerde adaleti korumak için zımni şartlar çok önemli olabilir.

Alemdar Antlaşması’nın en önemli zımni koşulu; metin maddelerine sadakat yükümlülüğüdür. Yani geminin Ereğli limanında inaktif bir şekilde tutulması ve Kurtuluş Savaşına katılmasının önlenmesi hükmüdür. Andlaşmanın 2.maddesinde de metinde açıkça belirtilmemesine rağmen üstü kapalı olarak yukarıda belirtilen uzantıları işaret etmektedir.

Antlaşmanın 3.maddesi gereği Fransız esirler, 4 Şubat akşamı Ereğli limanına gelen Fransız torpidosuna teslim edildi.

Olayın üzerinden üç ay geçtikten sonra Mayıs ayında, Alemdar’ın tasarrufu hakkında bir görüşme talep edildi ve 13 Mayıs’ta yapılan görüşmede geminin hiçbir zaman İstanbul’a iade edilmeyeceği karara bağlandı.

20 EKİM 1921’DE İMZALANAN ANKARA ANTLAŞMASI

Alemdar’ın Ereğli limanında tutulması hükmü 29 Haziran 1921 tarihinde yapılan görüşme kararı ile Ankara Hükümeti tarafından ihlal edilmiş ancak bunun ihlali Ankara’nın bilgisi ve inisiyatifi ile değil, gemi kaptanı ve mürettebatının fevri girişimleri ile gerçekleştirilmiş olduğunun ilanı ile örtbas edilecek mutabakatına dayandırılmıştır. Belirtilen tarihte Bahriye Dairesi Reisi Şevket Bey ( Doruker ) gizlice Ereğli’ye gelerek, Liman Reisi Binbaşı Nazmi Bey, Ereğli Müfreze Komutanı Reşat, Ereğli Nakliyatı Bahriye Komutanı Hulusi Bey ve Alemdar Komutanı Kıdemli Yüzbaşı Nuri ( Pekergin ) Bey’ler ile görüşerek, Sakarya Savaşı öncesi, Rusya’dan getirilecek silah ve cephanenin cepheye taşınması ve ulaştırılması için Alemdar’ın Ereğli’den Trabzon’a kaçırılması kararı alınmıştır. Fransızlar bunu anlaşmanın ihlali gerekçesi olarak gösterdikleri takdirde, geminin Ankara’nın kararı ile değil, gemi personelinin girişimi ile yerinden ayrıldığı açıklanacaktı. Ancak 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması ile Fransa’nın savaştan çekilmesi bu fiilin Fransa tarafından takibini ortadan kaldırmıştır. Aynı gün Alemdar kurtarma gemisinin Türk hükümeti tarafından serbestçe kullanılabileceğine dair kararname de çıkarılmıştır. Böylece Alemdar 26 Ekim 1921 günü Milli Mücadeleye fiilen katılmış oldu.

İTİLAF DEVLETİ TARAFINDAN İLK KEZ TANINDIĞI ANLAŞMA

Alemdar Andlaşması, taraflarının birinin Fransa olması nedeniyle Kurtuluş Savaşında imzalanan kurucu anlaşmalardan biri olmuş ve Ankara Hükümetinin bir İtilaf Devleti tarafından ilk kez tanındığı anlaşma özelliğini taşımıştır. Ankara İtilafnamesi’ne giden yolu ve süreci de açmıştır ve sonuçta Fransa, Anadolu savaşından ayrılmış, İngiltere önemli bir müttefiğini kaybetmiştir. Fransa bununla da kalmamış, Ankara Hükümeti’ne ekonomik ve mali açıdan lojistik destek sağlamış, Karadeniz limanları arasında işleyen Fransız ticaret gemilerinin Türk limanlarına insan ve silah sevk ve nakliyatlarına izin vermiştir.

KUVAYI MİLLİYE’NİN KORSAN VE EŞKIYA GRUBU OLMADIĞI

Alemdar’ın Türk denizcilik tarihini süsleyen bu kahramanlığı askeri değeri kadar siyasi, hukuki ve diplomatik alanlarda da milli Türk devleti için yüksek manalı bir başarı olmuştur. Bu siyasi anlaşma TBMM Hükümetini, Fransızların fiilen ve resmen tanımış bulunmaları demekti. Alemdar olayı, Fransızlar aracılığı ile Kuvayı Milliye’nin korsan ve eşkıya grubu olmadığını, tüm dünyaya göstermiştir.

Editör: Derya Tetik