Kdz. Ereğli Alaplı sahil yolu üzerindeki Karayollarına ait kantarın “denetimden” daha çok “denetimsizliğe” yol açtığı yolunda onlarca haber yapıldı yerel basında.

Karayolları kantarının, en küçük kamyonet türünden en ağır araçlara kadar sınırı çok geniş bir çizgideki sorumluluk alanı, Ereğli’nin yatakhanesi durumundaki Alaplı’da yaşayan işçileri de canından bezdirdi çünkü.

Bizim gazete merkezimizin hemen yanındaki marangoz atelyesinin çalışanları Alaplı’da oturuyor ve çift kabin bir araçları ile işe gelip giderken kantar işkencesi ile gerilim tuzağına düşürüldüklerini her gün anlata anlata bitiremiyorlar.

Yani, Alaplı’da oturmak, Ereğli’de çalışmak ve işe gelip giderken de çift kabin bir kamyonet kullanmak suç.

Adamın işi marangoz. İşine gelip giderken elbetteki aracını kullanacak. Bu aracıyla taş taşımıyor ki. Zaten her tarafı taş olsa ne yazar ki, 1-2 tonluk bir araç. Karayollarının bozmaya kalksa, karayollarının bozgununa uğrayacak bir araç her gün kantara sokulur mu?

Zaman dediğimiz en önemli servet. İnsan yaşamından daha önemli ne olabilir ki?

İnsanın hem zamanın çalmak ve hem de strese sokmak kimin ne işine yarar ki?

Kamu ifadesi, vatandaşlar yana olarak anlaşılmalı ve algılanmalıdır.

Ama “algı” sorunu olanlara develere binlerce hendekte atlatsan sonuç alamazsın.

Bir de olayın bir başka boyutu şu?

Türkiye’de kaç tane kantar var?

Ülkenin dört bir yanına hepimiz gidip geliyoruz.

Ereğli’de veya Alaplı’da oturmak suç mu?

İyi ki, anlatım yeteneği olan ve algısı yüksek yönetenlerimiz de çıkıyor arada sırada.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a konu anlaşılır bir dil ve üslupla aktarılınca Sayın Bakan derhal emri vermiş.

İşte oldu.

Kantar Akçakoca’ya kalkıyor.

Çok zor değilmiş bakın.

Olunca oluyormuş.

Ben bu kantar işkencesine maruz kalanlar adına ve yaşadığım kent adına Sayın Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a teşekkür ediyorum.

Bir de bu konuyu anlatma becerisi gösterenlere tabi.

Yani Batı Karadeniz Deniz Ticaret Odası Başkanı İrfan Erdem’e…

 

İMZA

İşadamı Cem Boyner aşağıdaki fıkrayı tüm çalışanlarına göndermiş...


Doğu illerindeki bir ağanın en büyük zevki, kar üzerine çişiyle imzasını atmakmış.
Bu nedenle kar yağmaya başladığı andan itibaren köyde hayvanlar dahil hiç kimse sokağa çıkamazmış.
Kar biraz kalınlaşınca, ağa sırtına kürkünü giyer ve köy meydanına gelirmiş.
Yanında da en yakın yardımcısı Haso.
Ağa sırtını köye doğru döner sonra sorarmış:
-"Ula Hasso, ahali bakiy mi?"
Hasso cevap verirmiş:
-"Evet ağam, hepisi de bir olmuş,pencerelerden bakir."
Ağa çisiyle karın üzerine imzasını atarmış "Abdullah Cizrelioglu".
Sonrada bir nokta koyarmış ve sorarmış:
-"Hala bakirler mi?"
-"He ağam, hem bakirler hem de çılgın gibim alkişlirler."
Her sene ayni tören sürermiş.
Aradan 7 yıl geçmiş.
Ağa yine, kar tuttuktan sonra, çıkmış köy meydanına.
Sormuş Hasso'ya:
-"Ahali bakir mi?"
-"He ağam, bakirler, köpekler, kediler bile camdadır."
Ağa "Abdullah" diye adini , arkasından "Cizrelioglu" diye soyadını yazmaya başlamış ki; kalakalmış, çünkü yaş gereği prostat.
Halka rezil olmak var. Alçak sesle Hasso'ya sormuş:
"Bakirler mi?"
-"He ağam, bakirler de, sen ne diye durdin öyle?"
Ağa çaresiz:
-"Ula gel yanıma, arkanı dön ahaliye, tamamla şunu." diye emretmis.
Hasso bir an durmuş, sonra çişini yapmaya hazırlanmış ve ağanın kulağına eğilip :
-"Ağam" demiş, "Kırk yıldır kafama vurdin, salak dedin, sırtıma vurdin aptal dedin. Ha bu kulun okumayi yazmayi sökemedi ki, ucuni tut da yazının devamını sen yaz."

 

BİRLİKTE ÇALIŞTIKLARINIZI EĞİTMEZSENIZ ....... TUTACAĞINIZ GÜN YAKINDIR.